27 Ağustos 2012 Pazartesi

Aile tatiline hayır!

ailesinden ayrı yaşayan 26lık bir insanın, tekrar kısır döngüyü canlandırıp da ailesi ile birlikte, bir arada tatil yapmasına gerek olmadığını düşünüyorum. ailesine göre değişir muhakkak ama annelerin gözünde hiçbir zaman büyümeyi beceremeyen kız çocukları için, ergenlik baki demektir. Annemle tatil yapmaya başladığımızdan beri ne yaptığım temizlik temizlik sayıldı, ne de pilava koyduğum tuz. Her şeyin en iyisini o bildi hep, uyuyup uyanacağım zamanı, denize gireceğim zamanı, krem süreceğim zamanı. Sanki boynuz kulağı asla geçemezdi, sanki ben ondan hep bir adım geride olmalıydım. Belki de benim üslübumla ilgili bir hata vardır bilemiyorum.

Tatili bütün sene arzularken, gel de yarıda kesip dönmek iste olacak iş değil... Sevgiliyle tatil candır galiba.

16 Ağustos 2012 Perşembe

# 254

sene 1986. ayın 15i. saat öğleden sonra dört, annem hastanede kıvranıyor, ya canını kurtaracak, ya da yeni bir can verecek. mucize, ikimiz de hayattayız. o mutlu, ben her şeyden bihaber. büyüyorum, ilkim, onlar için yeniyim. uğraşıyorlar, 9 sene boyunca yalnızken, sonra ufaklık geliyor. artık ilkoklul kitaplarında gösterilen çekirde aile tanımına giriyoruz.

tüm bu olanların üstünden dolu dolu 26 sene geçip gitmişken, ben doğum günümü süprizli bir şekilde kutluyorum. sabah uyanıp yanımda en sevdiğimi buluyorum, bana kahvaltı hazırlamasını izleyip, haftaiçine denk gelen doğum günümde işe gidiyorum. gider gitmez masamda bir poşet, büyükçe ve ağır bir poşet. içine kitaplar var, ama öyle romanlar hikayeler değil, yemek kitapları. hem tüm yöreler var, o yörelere ait hikayeler hem de bir yemek ansiklopedisi, içinde ipuçları var.

derken öğlen olmadan, koskocaman bir çiçek aranjmanı geliyor, içinde bembeyaz güller, karanfiller var, mis gibi kokuyor şube. az zaman geçiyor, bir kutu çikolata geliyor bu sefer, öyle doğum günü için değil tabii, bankam bayramımızı kutluyor. öğleden sonra, masmavi bir elbisem oluyor, işyerinde hemen giyip, onunla dolaşıyorum. tam tatile gidecekken, balıkçıya giyeceğim kıyafeti buluyorum. tatille de ilgili her şey hazır. çok şanslıyım bu hafta, pazartesi günü başvurduğum pasaportum geliyor. işe girdiğimden beri yurtdışına çıkamadım, ilk durağım neresi olacak merak ediyorum.

bu da işyeri molasında doğum günü yasemin çayı


ah bir de hediyelerin içinde atladığım tatlı mı tatlı babetlerim var, aslan sevgili sağolsun. vee esas iş doğum günü kutlamasının kendisi. sevgili başbaşa yemek yiyeceğimize inandırarak beni iş çıkışında tarabyaya götürüyor. denizin üstüne big chefs açılmış, hadi bakalım diyerek yola koyuluyoruz. yol boyunca ona akşam başka kimse var mı diyip duruyorum, zorlanıyor sorularım yüzünden ama hiç renk de vermiyor. big chefse giriyoruz, adamın kaç kişi demesiyle zavallı sevgilim durumu hala kurtarma derdinde "rezervasyonumuz vardı" diyor, isim diye soruyor adam, söylüyoruz. ah buyrun efendim 8 kişilik masaya lütfen. 8 kişi mi?! hani başbaşaydık çığlıklarım içinde, hala masada kimleri bulacağımdan bihaber yöneliyoruz masaya. bizimkiler oturmuş, blushlar açılmış, denizin de üstündeydiz hakikatan. hepsine sanki kaçıp kaybolacaklarmış gibi sarılıyorum. sohbet yine tatlı, hafif bi' esinti, müzikler de romantik. birkaç eksik var o masada biliyorum, ama onlar da yanıbaşımda, hissediyorum.

doğum gün pastama en sevdiğim sıfatımı koymuşlar, "çiçi" garson bile adımın gerçekten çiçi olduğunu düşünmüş olacak ki "iyi ki doğdunuz çiçi" demeyi eksik etmedi.

blogdan bihaber dostlarıma, tekrar kendimce teşekkür ediyorum.

5 Ağustos 2012 Pazar

# mutlu

En son annemin doğum günü için süpriz yapıp geldiğim şehrimde, ankaradayım. İstanbulda geçen iki senelik hayatın ardından, o yoğun hızlı kalabalık tempoya alışıp ankarayı sakin bulduğumu söyleyebilirim. Ankara insanı naif sanki, istanbuldakiler gibi görüp geçirmemiş türlü oyunlar, entrikalar, ikiyüzlülükler görüp insanlara sırt çevirmemişler sanki. En azından yüzlerinde hala bir parça iyilik var sanki. İstanbulda insanların bakışlarındaki kötülükten geçtim, gözgöze gelmek bile imkansız. Son zamanlarda ankarayı özlüyorum, belki de sevdiklerimi burada bırakmış olmaktan ötürü bir özlem bu. Dün akşam ayrımın sevdiceği arı'nın doğumgünündeydik, 12 kişilik bir masada kitchenettein arka bahçesinde oturup, sayısını anımsayamadığm kadar güldük. Hayatla kavgamız yoktu bazıları gibi, öyle yok yere mutsuzluklar çıkarmıyorduk. Birimizin halası kanserdi, birimizin annesi, birimiz okulu bitiremiyorduk, birimiz iş bulamıyorduk. ama yine de o kadehleri tokuştururken, güzelliğimize, hayatın bize sunduklarına ve dostluğumuza içiyorduk.

Annem çocukken benle ilgili isteklerini kulağıma fıısıldardı, adil ol, cömert ol, hakkını ara, altta kalma sakın, iyilik yap, karşılık bekle, dostlarının sayısı bi elin parmaklarını geçmesin, hep mutlu bi çocuk mutlu bi insan ol, tanrı karşına iyi insanları çıkarsın derdi.. 26 yaşım 15inde doluyor, annemin tüm dileklerinin kabul olduğunu görmek... Daha iyisi olamazdı.

İyi ki de doğdun arı, iyi ki de tüm o iyi kalbinle ve yaşamışlıklarınla benim ilk en yakın arkadaşıma sevgili oldun.