25 Eylül 2011 Pazar

#227

yalnızlık girişimi vol. #1

bugün kendime bir şeyler yapabilmeyi denedim, en azından birazcık yürümekle başladım. önce koşuyolundan çıkıp nautilusa yürüdüm, düşünmeye çalıştığım şeylerin hiçbirine odaklanamadım, kafam dağıldı, yüzüm güldü affettim. kendimi alamayıp hasanpaşaya doğru devam ettim, sonra minibüsle büyük teyzeye kahvaltıya gittim. 87 yaşındaki birinin ilkokul dördüncü sınıf anılarını dinledim, 12 yaşında babasına suböreği açışına şaşırdım ve sonra zamanda yolculuktan sonra günümüze geldim. çeşitli düğünler dinledim, onların gözüyle modern dünyaya baktım sonrasında göztepeden çıkıp, erenköye kadar yürüdüm. neden bilmiyorum yürümek yetmedi bugün. forrest gumpın run forrest run sonrası durmak bilmeyen hali gibiydim. halayla buluşup babanneyi de alıp, üç nesil bi aradalığın sefasını sürdük.  koçtaşa çiçek bakmaya gittik sonra, türlü çiçek türleri arasında dolanıp aradığım şeyin ne olduğunu bulmaya çalıştım ama hiçbiri içime sinmedi. çiçek desenli saksılarında erica denen bir çiçeği beğendim, ama saksıların küçüklüğünden vazgeçip öylece bırakıverdim onları.

eve elim boş dönmüş olsam da, aileyle geçen bir haftasonu bana iyi geldi. özgürüm rahatım demek iyi hoş da, insan ailesinin yanını özlüyor, belki yanlarındayken çabuk sıkılıyor ama yine de özlüyorum.

eylülün son haftasına girdik, tatlı bir sevinç içindeyim. hemen ekim olsun istiyorum, h.alama süpriz ba.ba.m gelebilirmiş beşinci k.emoterapiye yetişmek için. zaman hızla geçerken, bu hafta kendime sözüm verilesi bir kilo bol yürüyüş ve iskenderin bitişi oldu. deadline:  2 ekim/pazar.

24 Eylül 2011 Cumartesi

#226

Kırılmaz bir kalp isterdim.

#225

günler peşisıra devriliyor, iş açısından kötü bir haftaydı, hem ekip olarak eksik çalıştığımız hem de benim hata yaptığım cuma ile sonlandı. problemlerler çözülmez değil, benden kıymetli mi, nolcak ki hata yapa yapa öğrenilir vs vs ama insan stres olmaktan kurtaramıyor kendini. 35imde büyük ihtimal ülser olmuş veya egzaması cosmuş bir karaktere dönüşebilirim. hayatta bazı şeyleri takmamanın yolunu öğrenebilmeyi isterdim, bazı insanlar nerede yetişiyor da bu kadar umursamaz oluyor merak ediyorum, veya insanlar bu kadar çok şeyi nerden biliyor. yine körelme dönemleri nüksetti, belki de hayat için, bişeyleri başarmak için kendimizden çok veriyoruz, sonra verdiklerimizi yerine koymak için daha çok çalışıyoruz olamaz mı? *fight club kafası.

içimde bir olumsuzluk, bitmedi gitti eylül ayı diyorum. halbuki ekim nice güzelliklere gebe, önce filmekimi başlıyor, sonra kuzen geliyor bienaldeki bir gösteri için taa parislerden, sonrasında an.kara yolları, kasım dediğin bayram üstü eğitim zaten, hoop aralık. derken b.nin sevdiceğini askere uğurlayıp, ocak ayında eve çıkışımızın birinci senesini kutluyor, 14 şubatla sevgililer gününü devirip hooop mart ayında adanaya gezmeye gidiyoruz. zaman hızla akıp geçerken, hayattan neler istediğime karar vermeye çalışıyorum, sanki tam ne istediğimi bilirsem almam o kadar kolay olurmuş gibi.

kafamda şöyle planlar var, her zaman istediğim ama hiçbi zaman beceremediğim sporu hayatımın içine, günlük rutinime dahil etmek, haftada bir kitabı devirmek, birazcık sosyal sorumluluk tadında, barınaklara gidip, sokak hayvanları için bir şey yapabilmek, istanbulu gezmek -tarihi yarımada özellikle- , sonunda bir yemek kursuna başlamak ve evde yeni şeyler denemek vs vs..

düzen dediğin kolay kurulmuyormuş, istanbula taşınalı 16 ay oldu, eve çıkalı 9 ay hala birtakım şeylerde eksik hissediyorum kendimi, bugün e. yaşam koçuna gitmem lazım dediğine, aklıma yatması bu sebeptendi belki. ne kadar büyük şeyler başarırsam başarayım, yine de kabıma sığmak bilmiyorum, yetmiyor, yetinemiyorum. doğru olan şey ne ise, karşıma en yakın zamanda çıksın, başka bir şey istemiyorum.

22 Eylül 2011 Perşembe

#224

19 eylülün üzerinden, kendime dönüm noktası bellediğimden beri o günü, pek de fazla bir şey değişmedi, sadece "sende bi ışıltı var, gözleri gülüyo" cümleleri dökülüyor herkesin ağzından. aşık mı oldun hayırdır diyen bile oldu, aynı insana birkaç kere aşık olabilmek söz konusu mu cidden? belki de uzaklığın getirdiği bir haldir, her defasında hep uzak ama aslında yakın, hep bihaber ama aslında hep haberdar bi şekil...

işten son bir haftadır 9da çıktığımdan, sadece iş çıkışlarında yürüdüğümle kalıyorum, planlarım başkaydı gerçeğim başka oldu ama zamanın olduğunu bilmek güzel. bu haftasonu aile ortamlarında geçecek kendimce, yarın akşama teyze/kuzen derken, cumartesi hoop halayla bi kahve, belki bi sinema yaparız efeyle, sonrasında pazar büyük teyzelerle kahvaltı.. keşke günün geri kalanı da evde geçse.

bir tutam cennet denen film, tam depresyonlukmuş kuzenin söylemesi, onu izleyip, iskenderi bitirmek geçer gönlümden pazar ama bakalım.

bugün eve yavru kedi aldık kapının önünden, köpek neyse de kedi zor zanaat, öyle atlamalı/sıçramalı hayvan kategorisi benim tarzım değil pek. azcık yedirdik, biraz fatmagül izlettik, uyuttuk, gazını  çıkarttık ve sokağa tekrar saldık. evin yolunu bilsin ama sokak kedisi olsun istiyoruz, dilerse gelsin, kışın başını soksun sokaklarda ıslanmasın diye, sonrasında yine de gidiyorsa buyursun sokaklar onun. eve alıştırıp sokağa atan canilerden olmak istemedik.

fatmagül demişken, televizyonda ng wild sonrası tek zevkim, belki de b. ile klasik haline dönmesinin payı vardır. hiçbir şey perşembe akşam planlarını bozamıyor, perşembe akşamları biz çayımızı demleyip, double dating yaptığımız kanepeye kurulup, kerime iç geçirmeye başlıyoruz. beren saatin rol yeteneğini takdir edip, izlemediğim aşkı memnu anııları eşliğinde birkaç saati deviriyor, son reklam arasından önce tam 11de çılgınca esniyoruz. vücut saati denen şey, bizim için tıkır tıkır işliyor, tam 11de esniyoruz.

sonrasında ise, tıpkı şimdiki gibi blog yazıp, sörfümüzü yapıp yatıyoruz. eylül ayı iyi başladı, kötü devam etti yarın cuma, son haftasına giriyoruz ve eminim ki ekim şahane gelecek sonbaharı sevmem, ama güzel şeyler getirecekmiş gibi hissediyorum bu aralar.

19 Eylül 2011 Pazartesi

#223

.... neresi açık adresin neresi yören?

19 eylülü miladım ilan ediverdim kendimce. öylesine büyük birgün olduğundan değil, başıma önemli şeyler geldiğinden de değil, sadece bugün, bugünün sabahında kafama taktıklarımı listeledim, canımı sıkan, beni son zamanlarda buruklaştıran şeyleri. beklediğim kadar madde çıkmasa da, kayda değer bir şeyler yakaladım.

beni son zamanlarda en çok üzen şeyin insanlarla ilgili olduğunu fark ettim, bir şekilde hayatına devam eden bir güruh insan var. bense hala insanların yaptıklarını/yapmadıklarını kafama takabiliyorum. bu işler böyle yürümez s. hanım diyerek silkelendim. ilk karar hayatta biraz bencilleşebilmekle ilgili, aslında tam bencil olmak da değil, üzerinde fazla durmamak diyelim. bir insan varsa vardır, yanımdaysa yanımdadır ötesine gidemiyorum. sosyal olmak adına, lüzumsuzluklarla hayat doldurmak faslı bitti. hemen bir liste yaptım bunun için de, iyisi mi düğünü düşüneyim dedim, kimler olmalı listede. çok uzun zamandır görüşmediğim, hatta konuşmadığım arkadaşlarımı da ekledim, bi baktım ki en uzaktakiler en yakınımmış meğer. annem söyleyip dururdu, büyüyüp daha çok insan tanıdıkça, çevren daha da daralır diye, şimdi tam olarak bunu yaşıyorum.

sporu hayatın içine almak var ikinci sırada, daha çok yürümek, daha çok daha çok..içimde tuttuğum o vadeye kadar, kafamdaki kadın tipine bürünmek var en çok. tam kim olduğunu nasıl olduğunu ben de tarif edemiyorum ama gün gelip de "hıh işte" diyeceğim bir an olduğunu seziyorum. bunun içinse verdiğim vade, 1 nisan. * bankacı olmayagör, her satırında bir vade söz konusu. o hedefe varana kadar ki duraklardan birinde, saçlarımı küt kestirmeyi düşünüyorum. kendime bir nevi armağan, dümdüz küt saçlar!

işle ilgili de öğrenmem gereken çok fazla şey var, baya bir eksik olduğum alan var, eğitimlerle destekleyerek ilerlemeye çalışıyorum. ekip çok kalabalıksa ve herkesin belirli bir düzeni varsa, fırsat bulup da iş öğrenip sonuçlandırmaya vakit olmuyor ne yazık ki, ama kendimi şiddetle geliştirmek niyetindeyim. önce elimdeki işleri tamamlayıp, sonrasında yeni firmalarımın talepleri doğrultusunda öğrenmeye başlıyorum.

okumak istediğim kitapları listeledim, çoğu son zaman bestsellerlarından oluşuyor, birazcık evrenden torpilim var, siktir et, meleklerle yaşamak kafası. belli bir alana kanalize olup, evde olmak istiyorum.
sonrasında halamla son iki kemoterapisinde daha sık vakit geçirip, yanında olmak istiyorum. halam bugün ona bahsettiğim annesini kanserden kaybetmiş arkadaşımı görmek istediğini söyledi. "onunla sohbet etmek istiyorum, bir kahve içelim" dedi. hemen  cumartesi günümü ona verdim. ailem uzakta olduğundan, kendimi buradakilere vermek, özellikle her zaman halamla olabilmek biçok şeyden öte benim için.

ilk başlarda, sanki sürekli bir yerlerde olsam, sürekli gezen olsam dışardan iyi görünür gibi geliyordu, şimdi kendi başıma bir hayatımın olması daha cazip geliyor nedense. arada ince bir çizgi var sanırım kendini içe kapamayla, kendi hayatını yaşamak arasında. ben yalnız başıma pek iyi şeyler başarabilir bir insan olmadığımdan, zorlanıyorum ama her defasında kendimi alıştırmaya çalışıyorum. mesela yakın zaman planlarım içinde, tek başıma bir kahve içmeye çıkmak bir de sinemaya gitmek var.

sevgilinin uzakta olmasının, aralarda kilometrecelerce yol olmasının bazı güzel yanları da yok değil, hiçbir şey yoksa bile kendinle daha fazla vakit geçirmek zorunda kalıp, kendini ister istemez tanıyorsun. sevgili eskiden çok yalnızdı, yalnız kalmayı severdi, ben de insanlarla olayım, sürekli bir kalabalık içinde yaşayayım isterdim. şimdi o yalnızlıktan korkar oldu, ben de insanlara tahammül edemez. her ikimiz de birbirimize karşı anlayışlı olalım derken körle yatan şaşı kalkar hesabına dönüp yerleri değiştirdik..

daha çok & çeşitli yemek yapmalıyım, istanbulu gezmeliyim, lomomla daha çok kareler yakalamalı, fener/balat taraflarını gezmeli, pier lotiye daha sık gitmeliyim, filmekiminde filmler izlemeli, sonra ankarada soluklanmalıyım. küçük kaçamaklar yapmalı, birazcık daha hareketli yaşamalıyım. sonrasında evimin tadını çıkarıp, birazcık soluklanmalıyım. daha çok yazmalı daha daha çok okumalıyım bencesi.

19 eylül biterken, adımlarımın hızlandığını hissediyorum.

16 Eylül 2011 Cuma

#222

bilmediklerimi artık öğrenmek de istemiyorum, doymuş gibiyim hayata.

yalnız kaldığım her an aklıma kötü düşünceler üşüşüyor, son zamanlarda kendimi yetersiz ve çirkin hissediyorum. yani spor yapmamak, sevgiliden uzak olmak, başarısız olmak gibi. kendimi işime ne kadar verirsem vereyim, sanki asla yetemiyor, doğru olan işi bir türlü yapamıyormuşum gibi. üstelik övgüler alıp, hızlı öğreniyorsunları duyarken.. bu aralar kafamı zengin insanlarla ve bi' şekil para kazanabilen insanlarla bozmuş durumdayım. bendeki bu "kendi ayaklarım üzerinde durmalıyım" tribi nerden geldi bilmiyorum, çoğu insan gibi rahat olup, başım sıkışınca annemlere danışabilmeyi isterdim, bense bokumla dövüşürcesine, inat ediyorum. sanki onlara ispatlamak ister gibi bir halim var, halbuki bu yükü artık çok da iyi taşıyamadığımı pazar günü kaçırdığım uçak yüzünden ağlama krizine girdiğimde anladım.

2012'de kıyamet kopacağından, artık öleceğimizden emin olsam, neye üzülürdüm emin olamıyorum. bi' seyşellere gidememek yakar herhalde canımı. hayatta istediğim her şeyi yaptığımdan değil de, sanırım artık yapılabilecek şeylerin sonsuz olduğunu fark ettiğimden. yaptıklarımızın yediklerimizin gezdiklerimizin her zaman biraz daha üstü var ve başkalarına yetişmek her zaman mümkün olmuyor, illa birileri birkaç adım önde olmayı, bişeyleri önceden yaşamayı beceriyor. sanki bize tanınan tek hak, başka insanların dünyalarını keşfetmekmiş gibi, dünyanın sundukları ile kendimizi özel hissetmemiz neredeyse imkansız.

ufak ufak başlıyor, önce temel ihtiyaçlarını alıyorsun, sonra eğitimini tamamlayıp işi buluyor kendi evini kuruyorsun, zorluklar bitince soluklanmak isteyip tatile gidiyorsun, sen tatilde çeşmedeyken birilerinin maldivlerde olması canını sıkıyor, heves edip güçbela bir fiat alıyorsun, köprüde yanından geçen porschelere eşşsiz güzellikteki primavelara takılıyor gözün, şükrediyorsun, sen iphone 4 aldım diye sevinirken, o 5in siparişini çoktan vermiş oluyor, sen öğrenip başardım sanırken, birileri onun dersini veriyor oluyor.. birileri sanki hep fazladan yaşıyormuş gibi.

bana kalan, ilk yapabileceğim şeyler yok mu sanki, kötü hissediyorum..

yine de, parçalı bulutlu mutluyum.

13 Eylül 2011 Salı

#221

duvarda lilleden türkiyelere kadar taşınmış kafete kuş stickerları, zigonların üzerinde herbiri ayrı bir yolculuğu anlatan içki şişeleri, masada herbiri ayrı bir özel günü anlatan kurutulmuş güller, filmler, yolculuklardan kalma dergiler. ikeadan alınma kocaman bir hasır sepetin içindeyse dvdler, poşet içinde satılanlardan..mevsim geçişlerine hazırlıklı bir polar battaniye ve sessizlik evimin şu anki durumunu özetliyor. bir hayvan almayı çok istiyorum bu eve, ama sonra o sorumluluktan tedirgin olup vazgeçiyorum, biliyorum ki yavru kediyi çok sevdiğim halde, büyüdüğünde tedirgin olacağım varlığından, biliyorum ki bir köpek alsam bakabilirim ama sonrasında bana ayak bağı olduğu zamanlar için ona kızabilirim. bilemiyorum, bu tür sorumluluklara henüz hazır değilim.

ben ki pazar akşamı, kendi elimde olmayan sebeplerle hayatımda ilk kez uçak kaçırdığım için gözyaşlarına boğulmuşum, böyle sorumlulukların da altında kalırsam, pek sağlıklı bir birey olacağımı sanmıyorum.

15inde fno nam-ı diğer fashion night out'umuz varmış, geçen sene caddedekine gidip, vakko önünde televizyonlara çıkmışlığım var ama kendime pasaport çıkartmak için para biriktirmeye söz verdim o yüzden hiç ama hiçbir yere çıkabileceğimi sanmıyorum. eylül ayı benim için bitmiştir, zaten zaz konser biletleri de tükenivermiş, ekim ayında festival dışında kafamı pek çıkaramam gibime geliyor. filmekimi filmlerimi de seçmedim henüz, zaman daralıyor. kendimi bir an önce kasımda sevgiliyle, sonrasında martta bir hafta sonu kaçamağı olarak adanada görmek istiyorum.. aldığım her şeyin ve çektiğim kredinin taksidi bitmiş olacak, ve ben de kendi başıma kurduğum evin birinci senesi gönül rahatlığı ile kutlayacabileceğim.

uyku bastırması.

8 Eylül 2011 Perşembe

#220

kaş yaparken göz çıkarmak deyimini anlatan birkaç örnek ekte verilmiştir, küveti çamaşır suyuyla temizleyeyim derken banyo paspasından ve ayak havlusundan olmak, masa örtüsü uçmasın diye üzerine cam küllük koyup, ilk rüzgarla küllüğün kırılışını duymak, soğuk su içmek için bardağı buzluğa koyup, unutmak, sonrasında kırılışını izlemek, arabada sevgiliyi öperken, öndeki arabaya çarpmak * tam da köprü trafiğinde*

koleksiyoner olmaya karar verdim ben, anıları biriktiriyorum.

#219

31 ağustos akşamında, çılgın bir trafikte b.nin arabasına atladığım gibi sabiha gökçen yollarını tuttum. istanbul trafiğinde araba kullanmak pek aşina olmadığım bir aktivite olsa da, üstesinden geliverdim. navigasyon cihazı olmadan yol bulabildiğim için kendimle gurur duyarken, karanlık yollarda korkuya kapıldım. sonra onu buldum, gelen yolcu bölümünde kocaman valiziyle bekliyordu. kırmızı arabamda gergin beni görünce yüzüne gülümsemesini yerleştirdi. onu sürücü koltuğuna, gülümsemesini kendime, valizini bagaja aldıktan sonra evimize geldik. kalbim öyle açık öyle açık ki sanki tek işim onu sevmekmiş gibi geliyor. korktuğum sevgilisi = hayatı insanlardan oldum, meğersem herkesin bir bildiği varmış. kızlara sinirlenirdim, ne zaman bişey yapmak istesek "sevgili" engeldi önlerinde, meğersem sevgili dediğin engel değil, onsuz bişey yapmaya gönlünün razı gelmediğiymiş.


perşembe sabahının tatil olmasını bilerek, ortaköye attık kendimizi. o çok sevdiğimiz boğaz kokusunu içimize çeke çeke house'da kahvaltı ettik. çılbır yedim, adını hep duyup da yemenin nasip olmadığı çılbır sabah kahvaltısı için o kadar ağır ki... brunchta tek başına yense yeridir, tabii içindeki yoğurt uykku üzerine uyku getiriyor. ordan kalkıp kanyona attık kendimizi, gezdik dolandık, sonrasında perfect senses'ı izledik. dram kelimesini tam anlamıyla yaşadık filmi izlerken, boğaza düğüm serisinden.


macrodan birazcık alışveriş yapıp, petshoptaki muhteşem chow chowu sevip, remziden 16 aylık ajandamı aldıktan sonra eve geldik. ilk kez gavurdağı salatası yaptım, tek başına yense bile doyurucu bi' salata oldu, pek bi' sevdik. ankaradan gelme ev eriştesini de yapıp, yemek üzeri hımbıllık ile uykuya daldık.

cuma sabahında iş olduğu gerçeğiyle perşembe gecesi yüzleştim, alarm kurarken parmaklarım titredi sonra cuma geldi, işyerinde hiç ama hiçbir şey yapmadan geçiverdi. akşamına ise evde şarap & film keyfi: the romantics. *katie holmes dawsons creek modundan hiçbir zaman çıkamıyor, istediği kadar tomkat olsun.