31 Mayıs 2010 Pazartesi

#36

melanie fiona denen şahane hatun kişisinin, 2009, bridge albümünden monday morning şarkısı bu aralar radyolarda deli gibi çalıp kulağıma takılıyor. sesinden zenci diye tahmin ediyordum, tahminlerim doğru çıktı ama melez kendisi. toronto, kanada doğumlu, ailesinde hem hintli hem portekiz hem de afrikalı kanı var.

eğer iş bulursam ve istanbul'a taşınabirsem dilimde şarkının şu kısmı olacak:


"have you heard the news today
im leaving town
im cashing out
this towns to small for me to stay
the time is now
im heading out"

tam olarak hissettiğim her şey bu şarkıda, ötesi yok.

esas, hayatımda köklü bir bomba var, nasıl anlatsam bilmiyorum ki. ben bile şaşırdım. sonraki posta kısmetse.

30 Mayıs 2010 Pazar

#35

Çok çok çok uzun bir zamandır birlikte yaşıyorlardı, evli değilerdi, nedense evlenmeye karşı çıkan bir yanları vardır. Belki de ömürlerinin sonuna kadar birlikte olacaklarına inandıklarından böyle bir sözleşmeyle bağlanmaya gerek görmemişlerdi. zaman içinde türlü aksilikleri birlikte atlattıktan, her defasında hayata tutunmak için birbirlerine neden olduktan sonra kadın birgün kafasındaki her şeyi bitirdi. Bitirdiğini adama söylemedi bile, adam iş çıkışında eve döndü, tam zile basmak için elini uzattığ sırada artık zilin üstünde kendi adının yazmadığını gördü, yanında duruyordum tesadüfen, döndü "zillerdeki isimler mi değiştirildi?" dedi diğer 26 dairenin aynı kaldığını gözardı ederek, olanları ben biliyordum,kadının kafasında her şeyi sonlandırdığını ama hiçkimseye haber vermediğini bir ben biliyordum, o çok sevdiği adamı kafasından, koynundan, evinden, hayatından ve zilin üstünden attığını bir ben biliyordum da adama söyleyemedim.
Ayrılığn şekli olmuyor ki..

29 Mayıs 2010 Cumartesi

#34

Söylenmek istemiyorum AMA her şeyin daha güzel olabileceğine inanmak isterdim, karamsar düşüncelerden kurtulup o "özgür" hale gelebileceğime inanmak isterdim.
Neden istanbul istiyorsun diye soruyorlar, cevabı öyle basit ki sırf kendi hayatımdan sorumlu olmak için...
Mutlu olmayı öyle çok istiyorum ki..

28 Mayıs 2010 Cuma

#33

günlerden cuma, uzak aradan sonra sinemaya gidilen günlerden biri. hayatımda hiç mi hiç sinemaya birlikte gitmediğim biriyle gittim bugün. bu kadar güleceğimi bilseydim, onu tanıdığım ilk zamanlardan beri sürüklerdim her filme, her salona.

akşamüstü buluşuyoruz, önce numnum terasında bir yemek yiyoruz. sohbet derinleşiyor, konu konuyu açıyor. karşımda dinlyen bi' adam, anlattıkça anlatıyorum, ben anlattıkça o gülüyor, sonra bir arkadaşı daha katılıyor aramıza, nasıl tanıştığımızı nerden tanıştığımızı soruyor, 6 sene öncesine gidip o en güzel senemizi, hazırlıkta ne kadar eğlendiğimizi hatırlıyoruz. onun bana sataşmalarını, bir kere şakasına kolumu ısırmasını benimse haftalarca kolum mosmor gezmemi hatırlıyoruz, eskiyi andıkça daha da çok gülüyoruz. bu akşam gülmek sanki sonsuzdu.

yemekten sonra sinemaya giriyoruz, öylesine, bi anda. günü numnumda noktalıyorduk, sinemaya buyurduk. prince of persia seçimimiz oldu, kesinlikle berbat ötesi diye bişi varsa, bu film için kullanılabilir. oyun sevdalısı alternatif gençlerin sinemayı doldurmasından geçtim, ben bile oyundan bağımsız hayal kırıklığına uğradım! titanic'e gönderme gemi ucunda durma sahneleri mi ararsın, matrix'e mi takılırsın, büyücülerle mi uğraşırsın, hollywood romantizmi mi ararsın ya da hepsini bırakıp karacaoğlan özdeyişlerine taş çıkaracak cümleler mi arasın bilmem, ama aradıkların bunlarsa, git de en önden yerini ayırt sevgili okur.


yakın erkek arkadaşlarla olmayı özlediğimi fark ettim bugün, ara ara didişmeler, inceden laf giydirmeler, kadın erkek ilişkilerine dalıp işin içinden çıkamamalar, laf arası geçen fuck buddy hikayeleri teknolojiye değinmece, spor, sağlıklı yaşam, işsizlik, aşık olmayı isteme.. konuşmadığımız bişi kaldı mı merak ediyorum. çocukları sevmediğimizden, çocuklarımız olsa nasıl olcaklarından bile bahsettik.

güzel geçen günün sonunda, huzurlu uykuyu öyle çok seviyorum ki..

#32

bi insanın kendine eziyet etmek için yapabileceği en "iyi amaçlı" görünen olay bahar temizliğidir muhtemelen, dolapta tutulan eşyaların herbirinin tek tek yıkanması, asılıp havalandırılması, çarşaflara kadar baştan aşağı temizlik yapılan bir dönem. tek başına çekilecek dert değil, e insan eve gelen kadına da acıyor tek başına yapmasın diye haliyle bütün aile seferber. koca koca halılar, perdeler yıkanıyor, ütüleniyor, dolaplar boşaltılıyor çekiliyor.

bana göre bahar temizliği yerine her bahar taşınmak bile daha mantıklı, en azından boş ev temizlenir de kurtulunur.

ilaç tedavisinde bugün dönüm noktasına geldim, ilacım doz olarak tam iki katına çıktı, artık vücudum çok daha fazla tepki verecek, alkolü kesinlikle bırakmam önümüzdeki birkaç ay boyunca bir gram bile ağzıma koymamam gerekiyormuş. doktor bağımlılığım olup olmadığını sordu, hayatta hiçbir şeye bağlanamadığımı söyledim, gülmedi.

artık ruhani gelgitlerimden sonra, fiziksel değişimlere de maruz kalmak durumundayım.

nereye gidiyorum diye çok soruyorum bazen, cevabınsa istanbul olması için inanmadığım halde dua ediyorum.

27 Mayıs 2010 Perşembe

#31

sürekli bir en sevdiğim şehre gitme, gelme, günübirlikçi olma, 8 gün kalma hali var bünyemde. bu kadar gidip gelmeye yarı istanbullu olmuş sayılırım.

iş görüşmeleri hiç olmadığı kadar büyük bir hızda ilerliyor, bir çoğunda son aşamaya geldim bile, artık kendimi hedefe en yakın hissetmekte bir beis görmüyorum, zira en çok üzülenler hedefe en yakınken kaybedenlerdir, birazcık da korkuyorum.

istanbulun her defasında başka bir yüzünü görüyorum, gecenin yarısı taksimin kalabalığından bunalmaya başladım bile, alternatif yerler buldum, oralarda eğleniyor sohbet ediyorum. artık kuzenin sevgilisi yabancı gelmiyor mesela, kendi arkadaşım gibi, onun arkadaşları da bana yabancı değil çünkü sohbet konusu herkesi tanıyor oluyorum zaten.

iki günlük istanbul sanki milyon günlükmüş gibi geliyor bana, her defasında biraz daha içinde oluyorum şehrin, biraz daha günlük hayata dahil oluyorum. en son gidişimde terziye uğramıştım, şimdi de kuaföre gittim, yavaş yavaş ama güzel.

trafik saatlerine hiç denk gelmediğimden mütevellit, daha bir seviyorum son zamanlarda istanbulu. galata kulesini özlemişim son zamanlarda, en yakın zamanda ve hatta ilk gidişimde manzarasına kavuşmayı tasarlıyorum.

kule demişken, hani çılgın bediş'te oktay vardı ya, adını gugıllamaya üşendim, o kız kulesinde body guard olarak çalışıyor-muş.

latest gossips from istanbul
xoxo
s.

23 Mayıs 2010 Pazar

#30

sex and the city'nin ikinci filmine günler kala tekrar diziyi izlemeye başladım, birkaç bölüm izlerken saatler geçmiş de hiç fark etmemişim.

hala aynı etki, hala bir mr.big beklentisi, vizyona girmeden önce ilk filmi de milyonuncu kere izlemeyip düşünüyorum.

6. sezon finali yine ve yine gözlerimi doldurdu, parisi özlediğimi fark ettim. o şirin fransızca konuşma çabaları, cafelerde sigara içmesi, sokağında hayvan kakaları her şeyiyle özlemek parisi.

god knows when..?

#29

bugünü tamamen boş beleş geçirdim, uzun zamandır pazarların keyfini unutmuşum. sabahın köt karanlığında gar.anti mt sınavında buldum kendimi. başka bir sınavına daha girdiğimden mütevellit, bu seferki sınav baya kolay geldi. ilkinde zamanı verimli kullanamadığım için 40 soruda 16 boş bırakan bünyem, bugün 6 boş ile kapattı testi. sonuçlar olumlu olursa, istanbulda hayata atılmış bir adım olacak önümde.

eve yorgun argın gelip 3 saatlik deliksiz bir uykuya yattım, bu kadar huzurlu uyuduğum zaman azdır. sessizde kalan telefon, bana tam 12 cevapsız arama ve 7 mesajla döndü, rahat bırakılmak istediğiniz zamanda en çok rahatsız edilmeniz nasıl bi karmadır?

velhasıl kelam, uyku sersemi anneciğin kucağında sevildikten sonra kedi misali, salona kuruldum. dvd'cimi geri bulduğum için aldığım onlarca filmden birine el attım. sundance 2009 official selection "peter and vandy" yönetmen jay dipietronun ilk filmi imiş kendisi, hollywood romantiklerinden sıkılmış olan şahane insan, bir ilişkiyi gerçekliği ile koymuş ortaya, ne havaalanına kadar koşup sevdiğini itiraf eden adamlar var, ne de londranın karlı sokaklarında altında donu ile mike diye bağıran kadınlar. 20 küsur yaşlarında birinin yaşadığı ilişki neyse, tüm gerçekliği ile filmde. diyaloglarına, kavgalarının saçmalığına kadar. tek fark, amerikalı erkeklerin kavgada kız arkadaşlarına göt suratlı, kızların ise erkeklerine git kendini becer demesi. film karman çorman bir sırayla gidiyor, en sevdiğim film şekli. düğüm en sonunda çözülüyor, haliyle hangi zamandan bahsettiğini anlamak için sürekli düşünmek gerekiyor. aralara serpiştirilmiş milimetrik saniye görüntüleri de dikkati sürekli ekranda topluyor, bi' anını kaçırmak bile ayıp.


ayrılık sonrası iyi gelen filmlerden, izlenesi!

22 Mayıs 2010 Cumartesi

#28

Pazar sabahı 09:30'da ayakta olup blog yazıyor olmamın tek sebebi garanti mt sınavına giriyor olmam. İşsizlik oranı % 14.4 dediklerinde biraz soyut kalıyor işin aslı, ama her bankanın herhangi bir pozisyon sınavına girdiğimde görüyorum ki bu oran az bile. Mülakatların tecrübe olduğunu söylerler, ne kadar da doğruymuş hem de sırf mülakat tecrübesi sağlamıyor, kendimdeki eksikleri fark etmeme de sebebiyet veriyorlar. İnsanların eğitimleri, hayatları ve ona rağmen işsiz olmaları can yakıyor biraz. iş dünyası baya komplike. İstediğim işten oldukça uzak başvurular yapıyorum, en çok istediğim şey insan kaynaklarında çalışmaktı, bankacı olma yolunda emin adımlar atıyorum. Hayatta hiçbir şey belli olmaz gerçi, yeter ki bi yerden başlamış olayım.
İstanbula taşınma ihtimali delicesine mutlu ediyor beni, hani gözlerimi mutluluktan dolduran cinsten. Her defasında kendi evimin hayalini kuruyorum, öyle güzel şey ki hayal kurabilmek, sınırı yok hayal dünyasının. Bazen izlediğim filmleri düşünüyorum, bazen evde verdiğim partileri, spor salonunu düşünüyorum evin yakınlarındaki ya da alışveriş yaptığım süpermarketi.
Kendi hayatıma sahip olma ihtimali bu kadar güzel olamaz...
Ups sınav başlar!

21 Mayıs 2010 Cuma

#27

Uzun zaman geçmiş, konuştuklarımız, kavgalarımız bitmiş bi masanın iki sandalyesinde ertesi günkü doğum günü bahanesiyle yemek yiyoruz. Birbirimize söylemek istediğimiz çok şey var, sonucu değiştirmeyecek ama içimizde kalmasını istemediğimiz şeyler.
Beni evden aldığında şaşırıyor, araba biner binmez zayıflamışsın diyor, teşekkür ediyorum. 3 haftadır beni görmediği için, değişimi fark etmesi hoşıma gidiyor.
Konuşsak mı konuşmasak mı bilmez haldeyim, biraz da çekiniyorum hiçbir şey olmamış gibi davranmaktan.. 3 hafta içinde araya başka bir kadın başka da bir adam girmiş çünkü. İstanbulda ne olduğunu soruyor, kimseye anlatmadığım o adamı soruyor. Konuyu kapattıkça ben, inatla geri açıyor. Ona karşı hep dürüsttüm, o da bana. Ne olduğunu söylüyorum, kimdi diyor. Konu asla kapanmayacak.. Son sorusu olduğunu söylüyor cevabını veriyorum, ağzından iştahlı bir "aferin" çıkıyor. Cevaplarımla tatmin olmuş olsa gerek, "ama ben kimseyle birlikte olmadım" diyor, halbuki olduğunu söylemişti. Etki tepki için yapmış meğersem, ağzımı bile açmıyorum. Dünya üzerinde bana asla yalan söylemeyeceğine kendimden çok emin olduğum adam, sırf beni denemek için bana yalan söylemiş. Tam da beklediği tepkiyi vermişim, o beni tanıdığını bi kere daha ispatlamış bense onu hiç tanımadığımı.
Birini tanımak böyle mi olur, oyunların içinde, yalanlar söyleyerek, onu test ederek mi olur tanımak? Bu konuşmayı daha restorana varmadan yaptık, akşamın ne kadar zor olacağnı tahmin etmek hiç de zor değildi.
Oturduk uzun uzun konuştuk, o anlattı ben anlattım. neden böyle bi test etme isteği olduğunu söyledi, yaptığının hazmedilir olmadığını söyledim, o da benimkini hazmedemediğini söyledi. Karşısına fırsatlar çıkmış değerlendirmemiş, bense çıkanı değerlendirmişim. Her fırsatı değerlendirmedim, o bunu anlamadı, anlamasına da gerek yoktu zaten.
Midem bulanıyor dünden sonraki bugün sabahında, o kadar severken beni tüketen adamın oyunları kurcalıyor zihnimi, kimbilir başka neleri test etmek için yalan söyledi de bilmiyorum diyorum içimden.
Bu hale getirdiği için beni üzülüyormuş, ama sadece üzülmek.. Benim üzüntümü telafi etmek de değil. Yapıcı olmayan bi adamı sevmişim, yeni yeni fark ediyorum.
Bi ara ağlamaklı oldum, öyle zordu ki karşısında gözyaşlarımı tutmak için inat etmek, sesim titredi kaç kez, kendimden utandım. Onun yerine de utandım. başka bi adamdan kendisine ne pay çıkacağını sordu, artık sevmiyorum seni dedim. Gözlerinin içine baka baka onu sevmediğimi söyledim, ve yine tepki vermedi.
Kararları veren, ilişkiyi yönlendiren, uygulayan benmişim, o yüzden itiraz etmiyormuş, insan sevdiği için uğraşmaz mı hiç?
Kafam yorgun, gece huzursuz bölük pürçük uykulardan biriydi yine.. hatanın nerde/kimde olduğunu çok düşündüm, kendimde aramak istedim, tek hatamın kalbimi sonuna kadar açmak olduğunu gördüm. Bütün zayıflıklarımı sonuna kadar ortaya sermek, bi adama kendimi olduğum gibi anlatmak olduğunu gördüm.
İnsan ilişkiden çok şey öğreniyor, artık sabırlı biri olmam gerektiğini, bi adamın ağzından çıkana asla inanmamam gerektiğini, 10 yıl sonrasında birlikte yaşama planları yapıp evdeki playstation ve lig tv'yi seçen adamın aslında sadece hayal kurduğunu bilmem gerekir. "bizbize yeteriz" derken o adamın "biz"den kastının "ben" olduğunu anlamam gerekir. Her şeyin sonunda plan yapmakla suçlanma ihtimalimi de göz önünde bulundurmalıyım. İlerde alacağımız golden'a koyacağımız ismi seçmek bile yalanmış.
Relationships are complicated, relationships are games demiştim her şeyin en başında taa arkadaşken biz, inanmamıştı bana, oyunlara gerek kalmadan, kendin olarak sevilmenin mümkün olduğuna inandırmıştı beni, oyuna düşenin ben olduğunu görmek ağrıma gidiyor en çok.
Artık ona karşı kırılacak bi'şeyim kalmadı, sonun da sonundayım. Artık nedenlerini de sonrasını da merak etmiyorum.
Dodocum her şeyin ama her şeyin geçeceğini söyledi, ona inanmak istiyorum.

20 Mayıs 2010 Perşembe

#26

Words are unable to speak of love.

#25

Dün kafamda binbir çekince ile uykuya daldım, pek sevdiğim ama şehren uzak olduğum bi arkadaşımın babasının beyninde ur çıkmış, hastalık haline hep üzülürüm ama canımı yakan hastalık değil, uzak olmak. Haberini öyle geç aldım ki, morali bozuk mudur, ne zaman oldu sorularının yanıtlarını bilmeden aradım onu, konuştuk uzunca, karşılıklı özlemimizi, üzüntümüzü dile getirdik. Yanında olamamak. Ona destek olanlardan biri olamamak üzdü beni. 4 saatlik bi yol uzağındayken kendimi işe yaramaz, sevdiklerime faydası dokunmaz hissettim. Neyse ki içimi ferahlatıp uykuya dalmama sebebiyet biri vardı.
Sabah içim sıkıla sıkıla uyandım, düne nazaran biraz daha ferahtım, ama yine de bi kırgınlık hali. Nedensiz melankollm nerde vücut buluyor henüz anlamadım.. Ank.ıroyu terk etme ihtimali mi, aile mi, sevgiliden ayrılmak mı yoksa sırf mevsimsel mi bilemedim.
Bünyem yine eski haline alıştı, yataktan çıkmak zor geliyor ama spor için zorluyorum bünyemi. Çabalarımın karşılığını almak güzel, her gören zayıfladığmı söylüyor, sevinip daha da abanıyorum spora. Bu sabah da soğuğa aldırış etmeden çıktım, düşünmem gereken öyle çok şey var ki bu aralar. İstanbula son gidişimde yaptığım bişeyi düşünmeden edemiyorum, aklımdan bi an bile çıkmayan bir olayın hata mı yoksa doğru olduğuna karar vermeye çalışıyorum. En çok da intikam duygumu sorguluyorum bu aralar, neyi intikam olarak gördüğümü, intikam almak için kimin bunu bilmesine gerek olduğunu sorguluyorum. Kimseye söyleyemediğim o sırrı bugün sonunda itiraf edebildim birine. Şubattan beri tanıdığm kurs arkadaşıma laf arasında olan biteni anlattım, güldü. Kendisi de aynısını yaşamış, hem de çok yeni..karşılıklı güldük, vicdanlarımız öyle rahattı ki, bunun için vicdan azabı çekiyorduk. Birbirimizi bulunca, her şey yoluna girdi sanki.
Bazen fırsatlar tam dibimizde duruyor da görmüyoruz ya, şaşırıyorum.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

#24

benim kendi evim olmalı bi' an önce. hangar gibi bir ev, odalara bölünmemiş olmalı. loft denen tipte olmalı, atölyeden7hangardan bozma, sonrada ev olma bir yer olmalı. kitaplarım yerlerde durmalı dergilerle beraber, kendi düzeni olmalı evimin. kocaman bir yatağı olmalı yastıklarla kaplı. amerikan mutfaklı bir ev olmalı, sabahları çay içebileceğim terasa da hayır demem hani.

o evn içini dolduracak bir sevgili ve dostlar olmalı.

mutlu olmalıyım ben, evet hayalimdeki ev benim olmalı!

#23

yazıyor siliyorum. dur durak bilmeden karanlık düşünceler geçiyor içimden, arada bir gülümsüyorum. insan içinde olmamaya tahammülüm yok bu aralar, yalnız kaldıkça saçmalıyorum.
son zamanlarda plan yapar oldum ben, çok çok ilerisini düşünüyorum.
o kadar çok düşünüyorum ki, sürekli dalıp gidiyorum.
en yakınlarım en uzak olmuş gibi hissediyorum.
başka insanlarda, intikamla beraber tuhaf şeylerin tesellisini arıyorum.
çok alınganım son zamanlarda, kızgınım, lafımı hiç sakınmıyorum; kabayım, kabayken daha da revaçtayım.
artık insanlara güvenemiyorum, sesim çıkmazken beni arayan/merak eden insan o kadar az ki, yeter demeli belki de.

bir türlü oturtamadığım bir düzenim var, kendimi kendi hayatıma ait hissetmiyorum.
artık doğru bildiklerimle yanlış yaptıklarım birbirine girdi, çok dengesizim. ne istediğimi kendim bile bilmiyorum ki, dışarı tutarlı davranayım. birine kızmak, çok çok kızmak istiyorum, sonra üçüncü kişiye kızıyorum. irademle beyanım öyle farklı ki.. yine hayatıma dışardan bakar hallerdeyim, bi olmasını istediklerim var, bir de yaptıklarım.

ikisi aynı olsa olmaz mıydı?

#21

Yol yorgunluğu hiç benim tarzım değilmiş onu anladım, ya da artık trenle gidip gelebilecek konumda değillm bilmiyorum. geçen haftanın tamamını istanbulda geçirdikten sonra, salı gününe bir görüşme daha çıktı. İstanbulda kalmak varken babam cumartesi sabahı emrine amade dikti beni ank.ıroya, hafta sonu evde kimse yoktu, tek başıma kaldım, evde kendimi eyledim, film izledim. pazartesi 6 saatlik kurs üstüne eve gelip pilates yaptım, valizi topladığım gibi ver elini istanbul. Sabahın köründe haydarpaşadayım, istanbulla ilgili çok sevdiğim şeylerden biri tren garı, ankara bozkırlarından o deniz kenarı memleketin tam göbeğine gitmek okşuyor gururumu. Tamamen uyku odaklı bir yolculuk, mülakata kadar yine uyuyorum, sersemlik hali çoktan sarmış bünyemi. Görüşme sonrası...o sonra bana kalsın, akşam da yine trenle ankıroya dönüş. Tek geldiğim şehirden iki kişi ayrılıyoruz, askerliğini istanbulda yapmış ve yeni terhis olmuş arkadaşımla dönüyoruz. Tren restoranında 50likleri tokuşturuyoruz, patatesleri yerken o asker anılarını anlatıyor, işten, istanbuldan, ilişkilerden, dostluklardan bahsediyoruz, birazcık da bi.lkent dedikodusu yapıyoruz.
İnsanın yaşı ilerledikçe, yanına kalan insan sayısı azalıyor.
Yorgun bünyemi an itibariyle kursa taşıyorum, mutsuzum sanki.

18 Mayıs 2010 Salı

#20

Başka koku başka ten, alışık değil buna bu beden...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

#19

Bugün k.pss başvurusu kapsamında önce bankalarla daha sonra da liselerle muhattap oldum. 3 banka şubesinden sıra aldım, hepsini tek tek gezdim. Banka şubeleri çok acayip yerler, bazıları ev ortamında, bazıları aşırı modern, bazıları da huzurevi tadında. Belki de her bankanın müşteri kitlesi farklıdır olamaz mı?
Önce banka yakınlarındaki bi liseye gittim, elektrikleri gitmiş meğersem, başvuru yalan oldu. Sonra kendi mezun olduğum liseye gittim, hocalarım hemen tanıdılar beni, bense çoğunu tanımazlıktan geldim. Hiç özlemiyorum ne lise ne üniversite zamanını, sanırım "hep ileriye" anlayışım var benim, geri dönüp bakman, o günleri özlemle anmak tarzım değil pek, arada bi teoman kafasıyla "biz büyüdük ve kirlendi dünya" diyerek çocukluğun saflığını özlüyorum ama yine de geri adım atmıyorum. Keşkeleri sevmiyorum ben, yaşadıklarımdan pişman olmak da tarzım değil.
Neden bilmem 8 günlük istanbuldan sonra etrafa bakışım öyle değişti ki.. Dünya pek başka son zamanlarda...

16 Mayıs 2010 Pazar

#18

küçük şeylerle mutlu olmanın cidden sonu yok, hatta zaman ilerledikçe bokunu çıkarabilmek bile mümkün, aaa ne güzel yürüyorum lalalal moduna girebiliyor insan. pollyannlık kendini kandırmaya dönmediği sürece bünyeye lazım diye düşünüyorum.

bugün aylar önce basıldığı için dükkanı kapatan ko.rsan dvdcime rastladım, tesadüfen uğradığım bir yerde, kendisinin de tezgahına bakıp nostalji yapmaktı amacım, orada çalışan diğer esnafa sordum, yerini söylediler. koştuğum gibi yanına gittim, bana "sen filmlerden anlıyorsun ablacım, işin gücün yoksa gel de yanımda çalış" demişti, o yüzden kendisini hiç unutmadım. beni görünce hemen tanıdı, "bayadır yoksun" dedi, esas kendisinin olmadığını söyledim. vizyona gelecek diye gösterdiği filmlerin çoğunu izlemiş olmanın haklı gururuyla bakındım. o kadar çok film aldım ki bugün bitanesini hediye etti bana, hediyeleri de süprizleri de çok severim ben, o yüzden güller açtı yüzümde. kor.san dvd'nin satış bedeli: 3 TL. bendeki mutluluk etkisi paha biçilemez!

#17 after the end comes the rebirth.

hayatta bazı şeyleri bitirmenin zamanı, yeri, doğrusu/yanlışı olmuyor. bitirmem gerek dediğim çoğu şey uzadıkça uzadı, eninde sonunda ayaklarıma dolandı, ben de tepetaslak kapaklandım yere.

bitirdiğim dediğim anlardan sonra bile sürdü, her defasında verdiğim kararlardan geri döndüm, dengesizlik kapladı her yanımı. "seni asla aramam" dedikten iki saat sonra telefonda konuşurken buldum kendimi, unuttum dediğim zamanlarda, aslında en çok hatırladığımı fark ettim.

bir şeyler gerçekten bitince, insan bitirdim diyemiyormuş. o yüzden hayatın hangi kısmı insanların diline pelesenkse, o kısmı o kadar eksik oluyor belki de.

biten bi ilişkinin ardından bir sürü güzellikler görüyor gözüm, düşünmekle biçok yeni şey fark ediyorum, belki de hiç daha önce böylesi sevmediğimden. hala nasıl biriyle birlikte olmak istediğimi bilmiyorum, ama artık nasıl bi adamla birlikte olmak istemediğimi çok iyi biliyorum. tümden gelim metodu ilişkilere işliyormuş gayet, istediklerini sıralayınca mükemmele ulaştım sanıp, aslında ulaşılmazı arzuluyormuşum meğersem, şimdi istemediklerimi yazıyorum, beni en rahatsız edenleri böylece gerçekçi bir mükemmeliyet bekleyebiliyorum.

bazen kafam karışıyor, boşlukta salınır gibi oluyorum, tutunacak yer arayıp kendi başıma kalıyorum. insan acısını kendi başına yaşıyor, ne kadar anlatsam, gözyaşlarına boğulsam da kimse anlamıyordu, belki de o yüzden ayrıldığımı kimseye söyleyemedim.

insan ilişkide büyüyormuş, bambaşka bir dünyanın kapısından içeri girip, kendini başkasında tanıyormuş.

öğrendim ki sevdiğin halde terk edebilmek, özgüveni pompalıyormuş.

şimdi, tam bugün benim için re-birth, çünkü artık her şey bitti.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

#16 do not pity yourself


insanlara acımak asla haddime düşmez, herkes kendi başına bir birey sonuçta, ama ben acımasam da bazı insanlar kendilerine acımak hususunda çok başarılılar.

ben her daim kendi kendine yeten, kendisiyle barışık insanların arasındaydım. öğrenmenin, yeni insanlar tanımanın sonu yok tabii. türlü türlü insanlar tanıdım, tanıdıklarım sonradan kendilerine acıdı. ama ne kadar kötü şeyler yaşasa da insan, özünde kendisiyle başbaşa değil mi? bütün kötü olaylardan, herkesin terk edip gitmesinden sonra insan kendine kalıyor, e o zaman elde kalana acımak neden?

bi insan kendine acıdıkça daha da dibe vuruyor, içine kapanıyor. kendi kapılarını dışarı kapıyor sonuç, karamsar ve yalnız bünye kaçınılmaz olarak. artık böylesi insanlar için üzülemiyorum bile.

pozitif olmak bu kadar zor mu gerçekten?

14 Mayıs 2010 Cuma

#15

İstanbul, en en sevdiğim şehir. Trafiğine filan aldırış etmeden yaşamayı düşlediğim şehir. 8 günlük istanbul hayatım sona erdi, otobüsün tekli koltuğunda kurak şehrime dönüyorum, otobüsün tekerleri bile isteksiz, geri geri dönüyorlar sanki.. Hayatım öyle güzel ki istanbuldayken, istediğim herkese mesafe koyabiliyorum, yokluğumda beni özleyenlerin kim olduğunu görüyorum. Kimseyi aramıyorum, sadece beni arayanlar. İstediklerimle görüşüyorum, mutluyum.
Bu seferki istanbul çok başkaydı, bu seferki insanlar da, planlar da, hayatın gidişatı da farklıydı. Son gelişimden beri çok farklı bulmuşlar beni hem fiziken hem de aklen.
Hayatımı planlar olmuşmuşum, çok zayıflamışım, düzenimi kendimce de olsa kurmuşum, cildim çok düzelmişmiş, gözlerimin içi gülüyormuş da filan.
Hayat zaman aşımına uğrayınca fark ediyor insan, aslında hep boşuna üzülüyoruz..
Vedalarda iyi değilimdir ama istanbul, seni şimdiden çok özledim..

#14

Ben çok basit şeylerle mutlu olur biriyim, bi önceki yazımda akbil kullanabilmekle hatta dün itibariyle makineden jeton alabilmeyi becermiş olmakla bile sevindiğimi fark ettim.
İnsan ilişkilerinde de böyle bu işleyiş, bi çocuk var istanbulda, önceden tanıdığım, kuzen onun sevgilisi derken hep beraberiz. Gün içi mesajlaşmalarından birinde çocuk diyor ki "bugün ofis biraz yoğun, sesim çıkmazsa merak etme, akşama yanıbaşındayım"
Bi cümle nasıl bu kadar basitken bu kadar düşünceli ve kibar olabilir? Ya da ben bu kadar basit şeylerle mutlu oluyorsam, hayat hususunda neden bu kadar zor tatmin oluyorum?

13 Mayıs 2010 Perşembe

#13

istanbula geleli, dodo'nun evine yaklaşık eşit yerleşeli bir hafta oldu bugün. geçen hafta perşembe günü gelmiştim, cuma günü sınava girip pazartesi de başka bir mülakata girip ankaraya dönmeyi planlıyordum. hayatta planlara inanmayışım bu yüzden, insan ne zaman hazırlıksızsa, hayat o zaman gösteriyor kendini. her defasında kocaman bir valiz, giyilmeyen tshirtlerle geldiğim halde, bu sefer mininal tutup geldim valizimi. sonuç, planların bozulması. pazartesi gecesi dönecekken salı oldu, çarşamba, perşembe.. e hadi hazır kalmışken araya bir de haftasonu ve ada gezmesi sokalım derken işte hala burdayım.

hayatımda bu kadar uzun süre evinde kaldığım arkadaşım olmamıştı hiç, bir iki günlük kalmalar ya da birlikte tatile çıkmalar oldu ama daha önce hiç birinin evinde sabahtan akşamına bir hafta kalmamıştım. burası kendi evim gibi, hiç yabancılanmadığım, aksine hoş karşılandığım, akşamları gelip sohbet ettiğim, günün kritiğini yapıp tatlı tatlı uyuduğum, uzun uzun kahvaltı edebildiğim bir yerdeyim. dodo da annesi de dünyanın en tatlı misafir ağırlayan insanları, rahatsızlık verdiğimi düşünüp kaçmaya karar verdiğim anda durdurdular beni.

küçük mutluluklarım var son zamanlarda, dodo benden önce okula gittiğinde annesi benim de arkamdan el sallıyor, köşeyi dönene kadar arkamdan bakıyor, sanki ben de kızıyım gibi. öyle güzel ki bir yerde misafir"miş" gibi hissetmemek, istanbul bana iyi geldi diyorum her defasında ama asıl iyi gelenin böylesi bir huzur olduğunu fark ediyorum yavaş yavaş.

tek başıma evden çıkıp, tek başıma döndüğüm zamanlar da oluyor, akbilim yok ama otobüse binip şoförün akbilini kullanabiliyorum, nişantaşı kırıntıda saatlerce oturduktan sonra eve yürüyerek tek başıma dönebiliyorum hatta bu sabah pantalonumu terziye bırakıp ütüsünü bile yaptırttım. bi insanın günlük hayatında yaptırdığı şeyleri ilk kez istanbulda yapıyorum.

dün akşam eve dönüp de dodoyla sohbet ederken fark ettim, ben yatağın üzerine oturdum o da karşımda koltuğa, konuştuk, günü nasıl geçirdiğimizden bahsettik, neler yaptığımızdan, vino geldi yeni oyuncağıyla çok güldük, ama hep güldük. sanki arasında yaş farkı olmayan kız kardeşler gibiydik, saçma şeylere katılarak gülünen ama o halde bile pijama içinde olunan durumlardan biri işte.

yarına anadoluya geçmeyi cumartesi de adalara uğrayıp kurak memleketime dönmeyi planlıyorum. ve haziran sonuna doğru, temelli buralı olmayı hayal ediyorum. dodonun sokağında, yakınında bir yerde oturabilirsem, çok güzel komşuculuk oynayacağımızı da biliyorum.

öyle mutluyum, öyle alışığım ki..

9 Mayıs 2010 Pazar

#12

Günler öyle yoğun, öyle dolu dolu geçiyor ki sanki 3 gündür değil de 1000 gündür burdayım.
İstanbul kendimi fazla işe yarar hissettiriyor ya, daha bi' seviyorum.

#11

hatırladığım en güzel anlar istanbulda geçiyor, hafızama inatla kazıyorum ki silinmesinler, tebessüm etmek için neden bulamadığım zamanlarda hemen kullanmaya elverişli yerde dursun da bu anılar, çıkarayım istiyorum.

cumartesi günü heyecanla beklediğim botero sergisine gittik pera'da. pera müzesine daha önceden gittim mi hatırlamıyorum, belki çok küçükken gitmişimdir. girdiğim anda botero etkilerini sezdim, "hacimli" çizimler asansör kapılarında ve pera müzesi dükkanında karşıladı beni. beşinci kattan başlayarak dolanmaya başladım, her katını ayrı sevdim, duru çizimler, devasa haller ama asla şişman olmayan "hacimli" insanlar, latin amerika hayatı, ölüdoğalar her şey. sergi beklediğime değmekten de öte oldu benim için.

taksimde yemek molası verdik dodonun keşfi salad station'da , "istanbul" isimli salatayı yerinde yemiş olmak mutluluk için basit bir nedendi sadece. "şimdi" diye bir yerde soluklandık limonlu frozen içip dakikalarca oynadım kendisiyle, sonunda yarım bıraktım zaten. "şimdi" tuvaletlerinde ibrik olan, şirin fincan koleksiyonu olan bi' yer. cihangirde yürümek, çukurcuma, galata derken günü geçirmek. unutmadan, en sevdiğim dondurmacı "cremeria milano'da" dondurma yemiş olmak -tiramisu & karamel-

eve dönüp ufak bir molanın ardından cumartesi akşamı soluğu asmalıda aldık. asmalı mescit her zamanki gibi, çılgın bi kalabalık, adım atmak nerdeyse imkansız ve herkes amansızca birbirini kesiyor. ilginç olan asmalıda herkesin ultra güzel ve yakışıklı olması, kesmemek imkansız. kızlara bile baktım ne kadar güzeller diye... asmalıda yer bulamayınca klasik kaçamak mekanımız "we"ye gitmeye karar verdik, asmalıdan çıkmaya çalışmak bi cuma/cumartesi akşamını zorlamak için yeterli.

asmalının sonuna doğru tek sıra halinde yürüyoruz, tam sağımda bir masa garson aniden önüme çıkıp masanın başında duruyor, masada oturan 4 adama "masaları bi yarım saate topluyorum" diyor, bana yakın duran beyaz gömlekli, karizması hat safha adam garsona dönüp "bizim iki fıçı vardı, onları getir de sonra masayı toplarsın" diyor, bunu söylediği anda gözgöze geliyoruz, sanki adım fıçı da üstüme alınmışım gibi. bikaç saniye gözgöze gelmenin saatlerce sürdüğünü sandığım anlardan biri, adam gözlerini ayırmıyor ben de garson gitmesine rağmen bakıyorum adama, sanki garsona söylermişçesine gitmiş olan garsonun arkasından gözlerimin taa içine bakarak "bekliyorum" diyor, tutamadığım bir gülümseme yerleşiyor yüzüme, gülümsüyorum istemsiz o da gülümsüyor ama yol açıldı hareket etmek lazım, ilerliyorum. sağ omzumun üzerinden dönüyorum arkama, adam hala bakıyor, o anki kaba tabir ego'nun tarifi yok.

ayrılık sonrası bi kadını en mutlu eden şey, bence hala "güzel" ve "istenir" olduğunu bilmesi. hani ayrılıktan sonra çökmek, sevilmeyen olarak görmek değil de kendini, o erkek havuzunun ağzına kadar dolu olduğunu bilmek. eskiden saf aşka inandığım bi' dünya vardı, artık kendime şaşıyorum.

gün içinde birkaç kere daha başka başka adamlarla tekrarlanıyor bu bakışma hali, daha iyi daha güzel hissediyorum, sevdiklerim de yanımda, güzel yerlerdeyim, gülüyorum. istanbul iyi gelmesin de napsın?

gece we'de devam ediyor, uzun süredir alkol almadığım için biraz tedirginim ama rose şaraba, hele ki şişe açtırmaya hiç itirazım yok, adam başı iki kadeh düşmesi gereken yerde dodonun kadehine sarkıyorum, üç şişe sersemletiyor hafif, derken doritos kızları bitiyor, oy veriyoruz ve aşağıdaki bardan beş shot kazandığımızı söylüyorlar, dodo shotını bana veriyor iki taneyi deviriyorum, kuzen de bana pas atınca 3 kadeh üstüne 3 shot yapıp evin yolunu tutuyoruz.

çok keyifliyim, pek hatırlamıyorum uyuduğum zamanı ama gece birkaç mesaj atıvermişim, bir önceki blog da öyle mayhoş kafa yazılmış zaten.

pazar günü ayrı bir huzur, ondan da akşama bahsetmek lazım.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

#10

Çok zor yazıyorum bu satırları, aylardan sonra sağlam miktarda alkol damarlarımda geziniyor, sigaraya hala başlamadım.
Günden bahsetmek yersiz de aklımda kalsın asmalı, taksim, bekliyorum diyen adam, burger ve we.
Anlatırım ama önce kafam durulsun.

7 Mayıs 2010 Cuma

#9

birinin evinde ilk kez kalıyorsan, ilk gün gördüğün rüya gerçek olurmuş, ya da rüyanda gördüğün adam evleneceğin adam olurmuş derlerdi. yastığının altına anahtar koyarsan bir de üstüne şu duayı okursan filan.. dualara inanmam, tanrıyla olan bağım dualara uğramıyor hiç o yüzden dua etmiyorum.

dodonun evinde ilk kalışım, onların ankara ziyareti sonrası iade-i ziyarete gelişim, normalde hep akrabalarda kalırım ama canım kimseyi görmek istemiyor. sevgiliden ayrılmışım, kafam karışık. doğru kararı verdiğime eminim ama biraz da kendimin emin ellerde olmasına ihtiyacım var. hiçbir şey beklemediğimi sadece huzur istediğimi söylüyorum, hiçbir şey demeden anlıyor beni. dünyanın en tatlı en sahibesi. öyle bir sükunet hali ki ondaki, her şeyin iyi olacağına dair bir umut taşıyor istemsiz.

kocaman aydınlık bir salonda yazıyorum bunları. dodonun oğluşu vino da yanımda. perşembe gecesi yol yorgunu gelip de yatınca, gördüğüm tek rüya istanbulda geçiyor, işim olmuş taşınmışım meğer. dodonun tam karşı apartmanının en üst katına taşınmışım, terasa çıkabiliyorum. terasa çıktığım an galatayı seçiyor gözüm ve sonrasında denizi görüyorum. buraları teras manzarası ne bilmiyorum ama rüyamda hazerfana denk, istanbul ayaklarımın altında mutluluğundaydım. sevdiğim herkes de burdaymış meğersem, bütün arkadaşlarım, hatta kurstan birka. arkadaşım da istanbula taşınıyormuş. ayrımı gördüm rüyamda, her zamanki kadar güzel, onun da işi olmuş, nişantaşında oturuyormuş. sevgiliyi görmüyorum hiç rüyamda, başka adamlar görüyorum onun yerine. evlilik ihtimaline gülüyorum. gözünü 6'da açan bünyem aşırı huzurlu uykuya doyamayınca 11.22'de açıyorum gözlerimi, sabah sporu yalan olmuş. öyle bir huzur ki içime dolan tarifi yok, okula gitmiş olan dodo süpriz yapıp erkenden eve geliyor. bir ara nişantaşına çıkıyoruz, gündüz evde sohbetle geçiyor ama en güzeli burası bana beklediğimden de iyi geliyor..

yapmamam gereken şeyler de yapıyorum arada, konuşmamam tembihlenen kişilerle konuşuyorum ama alışkanlıklar vazgeçilmez olsa da, hayat devam ediyor.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

#8

Dün türlü türlü rüyalardan uyandım, sabah sporunu kaçırıyordum az kalsın. Rüyalarım güzellikle korkutuculuk arasında gidip geldi, dodonun evinde gördüm kendimi, vinoyu gezmeye çıkartırken, dodoyla spor yaparken. Belki de son zamanlarda bunun üzerine çok düşündüğüm içindir, arada bir mülakatlara girerken gördüm kendimi, zor sorular soruyorlardı hepsinin altından stres içinde de olsam kalkıyordum, rüyamda bile aynı soru vardı, ben bu kariyeri seçerken gerçekten doğru mu yapıyorum diyordum. İnsanın istediği işi yapmasının gerçekten de imkansız olduğu bi yerde mi yaşıyoruz?
Sabah uyanır uyanmaz önceliklerimi listeledim, ailemden ve ankaradan uzak bi işim olmalıydı ilk etapta, çok para kazanmalıydım ki kendi başıma bir hayat kurayım. bunları yazunca istediğim işten ister istemez uzaklaştığımı fark ettim. Değer mi diye tarttım, bütün isteklerim için istediğim işten kaçmaya değer mi... Şimdilik değermiş gibi geldi, hayatta her istediğimizi yapamıyoruz çünkü. Başka şeylere katlanmak gerekiyor birçok isteği yerine getirebilmek için bile.
Durdum, düşündüm. Mutlu olacağım hayatı çizdim kendimce, bunu mümkün kılabilmek için elimden gelenin en iyisini yapacağıma söz verdim kendime.
Son zamanlarda öyle çok kendimleyim ki..ben bile şaşırıyorum...

4 Mayıs 2010 Salı

#7

remember me. bekliyordum, günlerdir, aylardır bekliyordum, robert pattinson'a hasta olduğumdan değil, twilight ile vampir kişiliğine hasta olduğumdan da değil, filmin konusu ilgimi çektiğinden bekliyordum. cuma günü sevgili ile gidecekken filme, cumartesi ayrılık ve boom.

birkaç gündür düşünüp son zamanların muhakemesini veriyordum, severek ayrılmak akıl işi değil diyordum kendi kendime, sonra "severek" kısmını sorgulama başladım, zamanla eridim. hiç sekteye uğramadan yüzüm güldü, üzüldüklerim eskide kaldığından belki de, tepki veremedim. kararım sanki olması gerekendi de, normal karşılıyordum. güldüm güldüm güldüm, didiştim, ilgi gördüm, arkadaşlarımla konuştum, hayallere daldım, spora kaptırdım ama hep güldüm.

derken bugün akşam remember me'yi izledim, numnum terasta yenen bir yemek, sohbet, gülme ve alışveriş üstüne. romantik filmlerden etkilendiğimden değil de, bir karesinde gözlerim doldu çok. zor geçmişleri olan iki insanın sevgili olması, hiç sevemem sanırken tam bağlanmaları.. gözlerimi dolduran sahneyse alakasız, çocuğun kızın saçını öptüğü bi sahne var tam orası, sevgilinin beni öptüğü gibi, öperken saçlarımı koklaması gibi. ekrana bakıyorum, yanımda sevgili yok. alışkanlık böyle bir şey işte, boşluğa düşmek bu, ama anlamlandırdıkça eskiyi, kısır döngüden çıkamıyor insan.

olan oldu, ne demiştim "bittiği için ağlama, olduğu için gül"

#6

Kadınla erkeğin birlikte vakit geçirip birbirinden etkilenmeme ihtimali var mıdır?
Kurstayız, artık samimiyet ilerledi, sevdiklerim sevmediklerim var ama küçük bi grup içinde mutlu mesut yaşıyorum, hatta varlıklarından öyle memnunum ki haftasonları bile görüşme planları yapıyoruz.
Bugün konu ilişkilerden açıldı, bi kız arkadaşım sevgilisinden ayrılalı bi ay oldu, en yakın arkadaşı çıkma teklif etmiş ben seni sevgilin varken de seviyordum diye, kurs yüzünden yoğunluk yüzünden sevgilisinden ayrılan var, sevgilisi uzakta olan var... Laf ortasında kurstan sevgili bulmaya geldi konu, bazılarımız hepimizin arkadaş olduğunu savundu, bazıları da kadınla erkeğin bu kadar zaman geçirip birbirlerine kayıtsız kalmalarının mümkün olmadığını. bense hep aynı şeyi söyledim, kadınla erkeğin arkadaş olması mümkün değil. Üstüme güldüler, bazıları da şiddetle karşı çıktı bu fikrime.
Kurs ortamı öyle bişi ki, bütün gülmeler, içtenlikler orda, aptal aptal şeylere gülüp çocukça şakalar yapmakta bir beis görmüyoruz hiç, e hal böyleyken bu halde birinin hoşlanması ihtimalini beklemiyorsun, cool halde olanlar sevilir ya hep. Tam bu cümlemi bitirmeden lafı ağzıma tıkıyor erkeklerden biri "ya o çocuksu hallerinden, komikliğinden etkieniyorsan?" duraksıyorum. Laf bana mı geldi anlamıyorum bile, zaten kadınla erkek arkadaş olmaz demiştim diye çıkıyorum işin içinden, kafamda soru işaretleri.
Konuştukça konuşuyoruz, herkes muzdarip herkesin illa ki bi derdi var, ilişkin olsa da olmasa da takılacak bir şeyler buluyor insan.
Zor sorular döndü ortada, cevaplamaya cesaret edemedik.. Sahi bi kadın + bi adam + iki kadeh şarap varsa, hala arkadaş kalınır mıymış?

#5 Kalp kırmasını en iyi bilen adamlar hep hayatımın merkezindeydi

blogumu uzun süredir okuyanlar, bi önceki blogumdan haberdar olanlar ya da beni gerçek hayatımda tanıyanlar babamla sorunlu bi ilişkim olduğunu bilir, babamı çok severim, her kız çocuğu gibi babasına zaafı olanlardanım ama fazla sevgi her zaman olduğu gibi bizim ilişkimizde de ters teper. Babam beni kırar, hatta kırdıktan sonra özür dilemez çünkü genelde haklı olduğunu iddia eder, haksız olduğunu kabul etme mertebesine eriştiğinde de özür dilemesi... Nerdeyse imkansızdır.
Cuma akşamı öyle bir laf etti ki babam, sebebi sevgilim olmasına rağmen hem babama hem sevgilime sırt döndüm. İnsan hayatında en sevdiği iki adam tarafından kırılırsa, erkeklerden soğumaz mı?
"eğer ağırdan satmayı bilseydin kendini, böyle kapı önüne koymazdı seni"
Şimdi her iki adam da pişman, bense her ikisinin toplamından da inatçıyım. Biri hala gelecekte ne olacağı belll olmaz derken benle olma ihtimaline inanıyor, diğeri de sanki o acı sözü söylememiş gibi bana sevgi sözcükleri sıralıyor.
Kalp kırıldıktan sonra, onarılmıyor.
Üzgünüm..

2 Mayıs 2010 Pazar

#4

insanın hayatında dostları olmalı, görünmeseler, her daim ortalıkta olmasalar bile zaman aşımına uğramayan dostlukları olmalı insanın. küçük şeylerle mutlu olabilmeli insan, dostlarına sahip olduğu için gülümsemeli en azından. dostlarından en az biri eski sevgilisi olmalı insanın, gerçekten tanıyan bilen anlayan bi dost. kalp kırıklıklarında ona koşmalısın, kız arkadaşlar destektir her zaman ama evvelinden sevgili olmuş biri hem erkek gözünden hem de senin gözünden görebilir kırgınlıkları.

tesadüfen, ayrılığın üstüne eski bir dost/sevgiliden telefon geliyor, öylesine aklına düşmüşüm. hal hatır soruyor, sonra da sevgiliyi. ayrıldık diyorum, şaşırmadım diyor. halbuki uzun süredir konuşmuyorduk, ne oldu anlat diyor, kim ayrıldı? söz konusu ayrılıksa kimin ayrıldığının pek önemi olmadığını söylüyorum, sensin di mi diyor. susuyorum. ne oldu diye soruyor tekrar, kimseye söylemedim bile ben ayrıldığımızı. duraksıyorum, öyle olması gerekiyordu diyorum. inatla anlatmak istemiyor canım, oysa lafları almayı biliyor. söylüyorum, çok yoğundu, benden önce seçtiği bi hayatı vardı, orda bana yer yok diyorum. telefonun öbür ucundan bir gülme sesi geliyor, sinirleniyorum. sen bunla pes etmezsin noldu diyor. hiç işte, bu kadar diyorum. inanmıyor, görmediğin için sevdiğin adamı bırakmazsın sen, çabalamışsındır, çabaların karşılıksız kalmıştır, gülmeyi unutmuşsundur, pes edişin ondandır diyor. öyle doğru ki, nerden anladığını sormuyorum bile. içim burkuluyor, sonra ona soruyorum, sence doğru kararı mı verdim diyorum, bu soruyu sormaya asla cesaret edemem sanıyordum. duyabileceğim en doğru ve en rahatlatıcı şeyleri söylüyor, sakin gayet, söyleyeceklerini tek tek seçiyor sanki. bi kere kararın doğruluğu senin vicdanına bakıyor, çabaladın, üzüldün, ağladın ve hiçbir şeyi değiştirmeye gücün yetmediyse, artık sevgin uğruna kendinden vermeye başladıysan sen en doğru olanı yaptın. ilişkiler başlar, biter önemli olan insanın yaşadığının yanına kar kalmış olması, bi insanı tatlı tatlı hatırlamak varken neden küfürler savurasın ki? diyor. haklısın diyorum, devam ediyor, hem sen akıllısın, neler yaşadın geçti, güçlü olup alt edemeyeceğin bir şey yok ki, kıymetlisin sen, en çok da kendin için, olduğun insan olmayı bırakırsan, o zaman olmaz. birgün çabaladığında yüzünü gülümsetebildiğin bi adam olur illa ki, olmasa bile ben dostun olarak hep burdayım.

dudaklarım titremeye başlıyor, artık ağlamak istemediğim için susuyorum. tam zamanında imdadıma yetiştiğini söylüyorum, cuma akşamı onunla uzun bir yolculuğa çıkıyoruz. her şey yolunda galiba?

1 Mayıs 2010 Cumartesi

#3

annem her huyumla baba tarafıma çektiğimi söylerdi, o kadar inatçıydım ki genlerim babamdan başkasından geçmiş olamazdı, pratik zeka da babamın özelliği imiş. Ama bütün özelliklerin içinde annemi en sinir eden milyon tane rüya görmem, çünkü bu huyum tamamen babannemden geçmiş, babannem her sabah uyanır gördüğü rüyayı anlatırmış. Dindar kadındır babannem, rüyasında ölüm gördüğünde filan gerçek olurmuş hep, annem de tedirgin tabii.
Velhasıl kelam ben de çok ama pekçok rüya görüyorum, eğer bi akşam huzursuz uyursam, başımı yastığıma içim rahat etmemiş halde, aklımda sorularla veya vicdan azabıyla koyarsam kabuslardan kabus beğenirim, mutluysam zaten sorun yok güzel rüyalar görürüm.
Dün akşam uyumadan evvel gergindim biraz, çok kritik bir karar vermiş ve vicdan muhakemesini bir türlü tamamlayamamıştım, içim çok rahat diye huzursuzlandım, adi ve ruhsuz adlettim kendimi. amaaa sabah olup da dünyanın en güzel rüyasından uyanınca anladım ki benim içim rahat. Kırgınlıklar oldu, olur da ama ben her şeyi halledip öyle yatmışım yatağıma, içim rahatmış meğersem.
Rüyamda istanbuldayım, her bi köşesini dolanıyorum istanbulun, şehirde ipuçları arar haldeyim, meğersem birisi süpriz hazırlamış bana, galataya gidiyorum orda ufak bir not, ne yazdığını göremiyorum ama karaköye yönleniyorum ordan beşiktaşa yürüyorum, ortaköyden geçiyorum, bebek sahilini koşuyorum yüzümde kocaman bir gülümsemeyle, en sonunda yine galata kulesine düşüyor yolum, istanbulda en sevdiğim yerdeyim bütün gün notları süprizleri takip etmekten yorulmuşum çünkü. kulenin tepesine çıkıyorum, haliçte balonlar yükseliyor hepsi kocaman birer çizgi film balonu içinde bir sürü winnie the pooh karakterleri, miyazaki animasyonları, lilo ve stiç, monsters inc.ten sully ve boo var, aralarda toy story balonları seçiyor gözüm. Çok mutlu oluyorum, gözlerim doluyor o istanbul manzarasında, derken benden az daha uzun boylu bir adam beliriyor arkamda, yüzünü hatırlamıyorum, ama kısa bir adam sesi de tok, çok üzüldün artık gülme zamanı diyor, bense gözyaşları içinde yeni güne başlıyorum..
Mutluluktan ağlamak ne güzelmiş..

#2

kötü şeylerin ardından, sıfırdan başlayabilmek. kararlı olabilmek ve kararlıyken yalnız olmadığını bilmek. hayalleri düşününce gözlerini kapadığın an istanbul kokusunu içine çekmek, ileriyi düşünmek ve mutluluk için bir engel görmemek.

doğru kararı verdiğinden emin olmak, umursamaz, plan yapmaz ve hayalperestken; azcık zamandan sonra plan yapar ve gerçekçi olmak. kalbini açıp bin kere kırılınca dahi pişman olmamak, bir sonraki kalp açmayı beklemek. acıların arkasında durabilmek inatla, ve her geçen gün hayata karşı daha da hırslanmak. alt etmek değil belki ama güleryüzle başa çıkmak.

hala gülümsüyorsam, bir nedeni var!