24 Ekim 2012 Çarşamba

#257

uzunca bir süre artık buradayım.

http://tavantaban.blogspot.com/

9 Ekim 2012 Salı

# 256

ne kadar terk edersem, bir o kadar daha dönüyorum buraya.

günler geçmiş gitmiş, geriye iki satır yazmadan geçen bir buçuk ay kalmış. hayat aynı, hayat güzel. son zamanlarda düğün dernek hareketleri coşturdu ortalığı, bir nikah şahitliği misyonunun altından başarıyla kalkıldı ve sonra kendi düğün işlerine doğru yavşça yol alındı.

eskiden çeyiz & düğün mevzularını sığ sular sanan ben, bunun bir gereklilik olduğunu nedense yaş kemale erince anlıyorum. tuhaf bir hal içindeyim, bunca zamandır korkup da sorun diye biriktirdiğim ne varsa, bir anda çözüldü sanki.

çok okumuyorum bu aralar, dergiler karıştırıyor, fotoğraflara bakıyorum, yemekler pişiriyor, yeni şeyler yapıyor seyahat ediyorum. kendi kendime yaşıyorum sanki, gerçekten benim olanları benimsemiş, bana katmışım o yüzden fazlalık gelmiyorlar...terfimi almış olmanın sevinciyle sanırım daha çok çalışıyor, hayatın yönünü kaydırıyorum.

ben, yine yenibaştan başlıyorum.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Aile tatiline hayır!

ailesinden ayrı yaşayan 26lık bir insanın, tekrar kısır döngüyü canlandırıp da ailesi ile birlikte, bir arada tatil yapmasına gerek olmadığını düşünüyorum. ailesine göre değişir muhakkak ama annelerin gözünde hiçbir zaman büyümeyi beceremeyen kız çocukları için, ergenlik baki demektir. Annemle tatil yapmaya başladığımızdan beri ne yaptığım temizlik temizlik sayıldı, ne de pilava koyduğum tuz. Her şeyin en iyisini o bildi hep, uyuyup uyanacağım zamanı, denize gireceğim zamanı, krem süreceğim zamanı. Sanki boynuz kulağı asla geçemezdi, sanki ben ondan hep bir adım geride olmalıydım. Belki de benim üslübumla ilgili bir hata vardır bilemiyorum.

Tatili bütün sene arzularken, gel de yarıda kesip dönmek iste olacak iş değil... Sevgiliyle tatil candır galiba.

16 Ağustos 2012 Perşembe

# 254

sene 1986. ayın 15i. saat öğleden sonra dört, annem hastanede kıvranıyor, ya canını kurtaracak, ya da yeni bir can verecek. mucize, ikimiz de hayattayız. o mutlu, ben her şeyden bihaber. büyüyorum, ilkim, onlar için yeniyim. uğraşıyorlar, 9 sene boyunca yalnızken, sonra ufaklık geliyor. artık ilkoklul kitaplarında gösterilen çekirde aile tanımına giriyoruz.

tüm bu olanların üstünden dolu dolu 26 sene geçip gitmişken, ben doğum günümü süprizli bir şekilde kutluyorum. sabah uyanıp yanımda en sevdiğimi buluyorum, bana kahvaltı hazırlamasını izleyip, haftaiçine denk gelen doğum günümde işe gidiyorum. gider gitmez masamda bir poşet, büyükçe ve ağır bir poşet. içine kitaplar var, ama öyle romanlar hikayeler değil, yemek kitapları. hem tüm yöreler var, o yörelere ait hikayeler hem de bir yemek ansiklopedisi, içinde ipuçları var.

derken öğlen olmadan, koskocaman bir çiçek aranjmanı geliyor, içinde bembeyaz güller, karanfiller var, mis gibi kokuyor şube. az zaman geçiyor, bir kutu çikolata geliyor bu sefer, öyle doğum günü için değil tabii, bankam bayramımızı kutluyor. öğleden sonra, masmavi bir elbisem oluyor, işyerinde hemen giyip, onunla dolaşıyorum. tam tatile gidecekken, balıkçıya giyeceğim kıyafeti buluyorum. tatille de ilgili her şey hazır. çok şanslıyım bu hafta, pazartesi günü başvurduğum pasaportum geliyor. işe girdiğimden beri yurtdışına çıkamadım, ilk durağım neresi olacak merak ediyorum.

bu da işyeri molasında doğum günü yasemin çayı


ah bir de hediyelerin içinde atladığım tatlı mı tatlı babetlerim var, aslan sevgili sağolsun. vee esas iş doğum günü kutlamasının kendisi. sevgili başbaşa yemek yiyeceğimize inandırarak beni iş çıkışında tarabyaya götürüyor. denizin üstüne big chefs açılmış, hadi bakalım diyerek yola koyuluyoruz. yol boyunca ona akşam başka kimse var mı diyip duruyorum, zorlanıyor sorularım yüzünden ama hiç renk de vermiyor. big chefse giriyoruz, adamın kaç kişi demesiyle zavallı sevgilim durumu hala kurtarma derdinde "rezervasyonumuz vardı" diyor, isim diye soruyor adam, söylüyoruz. ah buyrun efendim 8 kişilik masaya lütfen. 8 kişi mi?! hani başbaşaydık çığlıklarım içinde, hala masada kimleri bulacağımdan bihaber yöneliyoruz masaya. bizimkiler oturmuş, blushlar açılmış, denizin de üstündeydiz hakikatan. hepsine sanki kaçıp kaybolacaklarmış gibi sarılıyorum. sohbet yine tatlı, hafif bi' esinti, müzikler de romantik. birkaç eksik var o masada biliyorum, ama onlar da yanıbaşımda, hissediyorum.

doğum gün pastama en sevdiğim sıfatımı koymuşlar, "çiçi" garson bile adımın gerçekten çiçi olduğunu düşünmüş olacak ki "iyi ki doğdunuz çiçi" demeyi eksik etmedi.

blogdan bihaber dostlarıma, tekrar kendimce teşekkür ediyorum.

5 Ağustos 2012 Pazar

# mutlu

En son annemin doğum günü için süpriz yapıp geldiğim şehrimde, ankaradayım. İstanbulda geçen iki senelik hayatın ardından, o yoğun hızlı kalabalık tempoya alışıp ankarayı sakin bulduğumu söyleyebilirim. Ankara insanı naif sanki, istanbuldakiler gibi görüp geçirmemiş türlü oyunlar, entrikalar, ikiyüzlülükler görüp insanlara sırt çevirmemişler sanki. En azından yüzlerinde hala bir parça iyilik var sanki. İstanbulda insanların bakışlarındaki kötülükten geçtim, gözgöze gelmek bile imkansız. Son zamanlarda ankarayı özlüyorum, belki de sevdiklerimi burada bırakmış olmaktan ötürü bir özlem bu. Dün akşam ayrımın sevdiceği arı'nın doğumgünündeydik, 12 kişilik bir masada kitchenettein arka bahçesinde oturup, sayısını anımsayamadığm kadar güldük. Hayatla kavgamız yoktu bazıları gibi, öyle yok yere mutsuzluklar çıkarmıyorduk. Birimizin halası kanserdi, birimizin annesi, birimiz okulu bitiremiyorduk, birimiz iş bulamıyorduk. ama yine de o kadehleri tokuştururken, güzelliğimize, hayatın bize sunduklarına ve dostluğumuza içiyorduk.

Annem çocukken benle ilgili isteklerini kulağıma fıısıldardı, adil ol, cömert ol, hakkını ara, altta kalma sakın, iyilik yap, karşılık bekle, dostlarının sayısı bi elin parmaklarını geçmesin, hep mutlu bi çocuk mutlu bi insan ol, tanrı karşına iyi insanları çıkarsın derdi.. 26 yaşım 15inde doluyor, annemin tüm dileklerinin kabul olduğunu görmek... Daha iyisi olamazdı.

İyi ki de doğdun arı, iyi ki de tüm o iyi kalbinle ve yaşamışlıklarınla benim ilk en yakın arkadaşıma sevgili oldun.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

#252

bazen başladığım her işi yarım bırakıp kaçasım geliyor, bir ilişkiyi değil belki ama bi' anda hiçkimsesiz kalmak istiyorum, sonra da kocaman kalabalıkların içinde. küçücük bir an bile olsa, avazım çıktığı kadar çığlık atmak sonrasında da hiçbir şey olmamış gibi hayatıma geri dönüp kaldığım yerden devam edesim geliyor. özellikle işyerinde, çok bunaldığım anlardan birinde, unutulacağından emin olup sayıp sövmek istiyorum. iş hayatı beklediğimden de stresli çıktı, sanırım ofis stresi üzerine bir eğitim açmaları gerek, kendi kendimi terbiye edebilecek gibi durmuyorum pek.

annem hep zor olduğumu söylerdi, seni alan yandı derdi bense kendimi dünyanın en anlayışlı insanı sanırdım. bencil olduğumu, huysuz ve hırçın olduğumu sonsuz gergin ve titiz olduğumu ancak istanbula taşındıktan sonra öğrenebildim. kendimi çoook geniş arkadaş çevresinde sanırken, aslında hep aynı çekirdek kadronun içinde olduğumu fark ettim. ben 10 kişilik arkadaş gruplarının değil de, birebir ilişkilerin insanıydım sanki, tektekçiydim bir nevi. sahip olduklarının kıymetini de pek sonra anlıyor zaten insan, o zaman da o teklere doyasıya sahip çıkmak istiyor.

belki de o yüzden sana hiç gel demeden, sırf bi mesajında çok kötüyüm diyen 500 km ötedeki hatun kişinin yanına atlayıp gitme isteği, belki de o iyi olursa, kendini de iyileşirmiş gibi hissetme ihtimali o yüzden..  keşke tüm sevdiklerimiz hep yanımızda olsa, hepsi iyi anlaşsa ve hep bir arada olsak, hani dertlerimiz olsa da, bir aradayken sıfırlansa.

işte bu yüzden büyük sofraları sevişimiz. hepsi onlarla güzel olduğu için. büyük sofralarda kalkan kadehlerimize bu yazı.


5 Temmuz 2012 Perşembe

# 251

muhteşem geçen bi tatilin ardından, aynı hafta içinde gizemli bir şekilde iki yüz lira kaybettim. olası belaları başımın gözümün sadakası olsun diyerek defettiğimi düşünüyorum. bazı yanlarım bu dini, ve bağnaz hareketleri yadırgarken kendimi de aynı cümleleri kurarken buluyorum, bazı bazı kendimden korkuyorum.

iş hayatımda biten ikinci yılımı takiben, terfimi beklediğimi söyleyebilirim. insanlar atak, insanlar hızlı bense hakediyorsam zaten benim olur diye bekliyorum. hangimiz haklıyız, hangimiz kazanırız bilmiyorum, ama herkesin profesyonel iş hayatı birbirinden farklı.

sevgili ile bir hobimiz olsun dedik, birlikte pişirdiğimiz yemekler, izlediğimiz filmler dışında bir şey olsun diye düşündük, hoş o henüz taşınamadı ank.ıroadan buraya ama, tenis iyi gibi geldi. yakınlarda bir yerde özel ders veriyorlar, yaz boyunca akşamüstleri ders alabiliriz aslında, hem de ikimiz için de şahane bir hobi olur, birlikte maçlar yaparız vs. aramızdaki 500 küsur km engel olmaz ise, ilk planımız bu. bana kalsa, sadece seyahat edebiliriz, sonsuza kadar. istanbula hala bilmediğimiz tonla yer var, minik turlara katılıp ufak ufak civar yerlere de gidebiliriz.

onun buraya taşınmasından sonra gideceklerimiz arasında, polonezköy var, riva & şile & ağva var, edirne var kalmalı, sonra amasra var, artvin var görmekten öldüğümüz, dubaimiz var, bir beyrutumuz.. unutmadan bir de kapadokyamız.

bazen diğer çiftlerin hayatını ve ilişkilerinde neler yaptıklarını çok merak ediyorum..

# 250

geçen hafta içindeyiz, günlerden perşembe. bizler için tatil sezonu açılmış, sevgili ile soluğu tanıştığımız yerde, çeşmede almak üzere yola çıkıyoruz. 6 aylık bir askerlikten sonra, iş arayışlarına bir mola verip, mini tatilimize kaçıyoruz. 14 sene öncede çeşmede tanışmış, 3 sene önce çeşmede birlikte olmaya başlamıştık ve yine yolumuz çeşmeye düştü. bu sefer kadromuz kalabalıktı, diğer çiftler ile birlikte olacaktık.

perşembe günü soluğu izmirde aldık, pegasus fanı ben, ilk ihanetimi gerçekleştirip thynin sabiha gökçene koyduğu uçuşlar ile izmire vardım. kıyaslaması zor, hatta thynin türkiye uçuşlarının pegasustan çok da farkı olmadığını söylemek gerek, açık ara fark yurt dışı uçuşlarında mevzu bahis oluyor.

tatilin ilk durağı alaçatı, cumbalı konakta kahvaltı. hayatımda hiç bu kadar güzel portakal ve limon reçeli yediğimi bilmiyorum. misler gibi kokan reçeller, ç demeden gelen çaylar ve tazezcik domates salatalıklarıyla, alaçatı kahvaltılarının neden meşhur olduğunu anlamak zor olmadı. ayaklarımızı çimlere uzun uzun bastıktan sonra, birazcık da deniz suyuna dokunmak maksatlı, rotamızı paşalimanına çevirdik. kadim blog arkadaşım pa.patya 'dan öğrendiğim bir yerde denize girdik, yarı amerikalı yarı meksikalı ufak arkadaşımızla tavla oynadık, tatile geldiğimizde inanamaz halde coşkuyla dolup taştık.

otele geldiğimize ise, geçen seneki resepsiyonist arkadaşın bizi hatırlaması, ve bizi gördüğüne sevinmesi ayrı bir keyif yarattı. aynı yere bir yıl aradan sonra ikinci kez giderken hatırlanmak, bizim nice seneler oraya gitmemize sebep olabilir. günün yorgunluğunu da hesaba katarak, tatilin dinlenme amacına uygun bir şekilde erkenden sızıp kaldık.

ikinci günkü maceramız fun beach oldu, çiftlikköyün gözbebeği kum beachte tam anlamıyla huzur hakimdi. sabah 10da gittiğimiz plajda ilk olmak, sonsuz boş şezlonglar içinde yer seçememek ise, ayrı bir lükstü. buz gibi suda iceberge tırmanma çabamız, su üstünde wipe out ' u aratmayacak moon walk denemelerimiz ise görülmeye değerdi. cuma akşam babylondaki zaz konserine gittik. babylon alaçatı güzeldi, aya yorgiye taşınınca hizmet kalitesini de alaçatıda bırakıp geldiğini söylemek mümkün. ara ki garson bulasın, ara ki düzgün hizmet alıp, içtiğinden hoşlanasın. sanki zaz konseri yetmezmiş gibi, cumartesi sabah da beach tercihimiz babylondan yana oldu. tüm tatil boyunca pınar altuğ ve yağmurla birlikte aynı yerlerde dip dibe olduk, çocuklarının dünyalar tatlısı ve güzel olduğunu söylemeye gerek yok sanırım *sarışın her çocuğu güzel sanmak kötü hizmet kavgasını da geride bırakıp, happy hour long island ve mojitoları yudumladıktan sonra, kıpkırmızı olmuş tenlerimizin bronza dönüşüne tanıklık ettik.


pazar günü en güzel günümüzdü diyebilirim, kafe pi'ye gidip, papa.tya ile vakit geçirmek iyi geldi.  biraz onun hayatında, biraz da bizimkinden bahsettik, kendimizce akıl verdik, arayı kapattık. eski anıları pekiştirdik, bol bol yüzdük, barmenin su tabancasıyla üstümüze saldırmasına aldırış etmedik ve çok mutlu olduk, pek mutlu.  o kadar mutlu ki akşamı alaçatıdaki nar da noktaladık. nar muhteşem bir yer, A46'nın sokağında yer alıyor, iki sene önce gittiğimden beri gram değişmemiş, hala müzikleri şahane, hala bahçesinde mum ışığı ve sönük sokak ışığı hakim. hala babanne koltuğu gibi berjerleri ile antik havasını koruyor ve muhteşem bir armutlu kokteyleri var. azcık vodka, biraz limonata armut ve cin derken tatlı tatlı çarpılıyoruz.

hiç dönmesek, çeşmede kalsak, küçük dünyam daha da küçülse olmaz mıydı?

eskiden dünyamın çok kalabalık olmasını isterdim, eh çöpleri toplamaya merakım vardı diyelim. şimdi birkaç tane olsun, benim olsun, benle olsun istiyorum.

bu tatilde anladık ki biz, cümbur cemaat büyümüşüz, öyle tüketmişlikten değil de, yaşlanmışlıktan sanki..



bekle bizi çeşme, yine geliyoruz...


9 Haziran 2012 Cumartesi

# 249 prinkipo

herhalde aramızdaki 8,5 yaş farkı sebebiyle, neredeyse büyütmüş sayılacağım klasik cümleler ile "üzerinde çok emeği vardır" dedikleri kız kardeşim ben ne kadar kabul etmek istemesem de 17sini bitirmiş de 18inden gün alıyormuş. o 18 ben de 27den gün almak üzereyken, biz aslında hiç büyümüyoruz. aralarında çokça yaş farkı olan kız kardeşlerin, biraz daha uzun süre çocuk kalabildiklerini düşünüyorum. ve her bir araya geldiklerinde ikisinin de daha da çocuklaştıklarını.

bizim kidosan an.kırolardan kalktı da geldi, lise 3 bitti seneye sınav derdi dershane koşturmacası derken biraz soluklansın diye yanıma geldi, ona olası en şahane haftasonunu yaşatmak istedim ve çılgın koşturmaca cumartesi sabahından başladı. *cuma akşamki ağır kalp krizi riskli, heyecan fırtınası adını feriha koydum gecesini saymıyorum.

cumartesi sabahı kadıköye attık kendimizi, niyetimiz büyük ada, nam-ı diğer prinkipoya gitmekti. vapuru ön sıralarda beklerken, arkamıza döndüğümüzde uzunca bir sıra ilişti gözümüzü, ya vapura sığamazsak esprileri yaparken, adalar vapurunun dolu geleceğinden bihaberdik. hali hazırda tıklım tıkış olan vapura bindiğimizde, vapurun bütün adalara uğrayacağını da bilmiyorduk haliyle. ayakta,okulu yeni tatil olmuş ergenlerin arasında, kadıköy'ün meşhur balıkçısı dicle'nin sezon açılışı sebebiyle adaya götürdüğü tazecik balıkların yanıbaşında 1 saatlik yolculuk ile ilk ada olan kınalıadaya vardık, insanların bir kısmını orada, diğerlerini burgazada ve heybeliada'da bıraktıktan sonra soluğu karınc yuvasını andıran bir insan selinin arasında büyükada'da aldık.

ilk hedefimiz tam bir ada klasiği olan faytondu. milyon tane faytonun ve 8 metre uzunluğundaki bir sıranın sonunda güneşin altında bekleyip, arap turistlerin arasında çiçekli ve leopar desenli şapkalarımız içinde göze batmamaya (!) çalıştık. sıra bize geldiğinde, lunaparka yani aya yorgi kilisesine çıkacağımızı söyledik ve atlar yola koyuldu. yürüyen, bisiklete binen insanların arasında hızlıca geçip, yukarı vardık. tam bir şenlik alanı edasıyla, atların, adaya özgü çiçek taçlarının arasından geçip, kilisenin yokuşunu tırmanmaya başladık.

hristiyan inancına göre, 23 nisan veya 24 eylülde, aya yorgi yolunu çıplak ayak çıkanlar, yarı hacı sayılırlarmış, tam hacı sayılabilmeleri için ise, efes yolunu yürümeleri gerekirmiş.

biz bu yokuşu yavaş yavaş çıkarken, her defasında ardımızda kalan manzaraya sonsuz bir şaşkınlıkla bakıp, bu tırmanışın zorlu olduğunu fark eden diğer kader ortaklarımızla sohbet edip gülüştük. yukarı çıkıp kiliseye girmek istediğimizde, şortla giremeyeceğim uyarısını aldım, gezdiğim bunca kilisede bir kere bile böylesine bir uyarı duymamışken, neden diye sormak aklıma gelmeden kapıdaki yüz kat bol siyah pantalonlardan birini geçirip, kiliseye daldım. dilek kutusuna da dileklerimizi bıraktıktan sonra, adanın iki tepesinden birinde bulunan restorana gittik, beklenmedik güzellikle bir köfte ve patlıcan kızartmayı mideye indirdikten sonra, evrenden torpilli olduğumu gösterircesine adaya gelirken aklıma olan bir arkadaşım ve sevgilisini gördüm ve ada gezimizin seyri birazcık olsun değişti.

devamı diğer yazıya..

16 Mayıs 2012 Çarşamba

#248

sayılı gün çabuk geçer tezini doğrularmışcasına, 155 günü bitirip, rafa kaldırdık. etrafımdaki herkes ee, askerlik de bitti ne olacak diyor. istanbula taşınırken, böyle muhafazakar bir çevreye değil de, daha farklı bir ortama gelmeyi hayal etmiştim. hani istanbulun tadını doyasıya yaşayıp, hesap vermeyeceğim bir hayata. halbuki ailem sormasa bile, bu yeni çevre soruyor.. sanki evlenilse bitecekmiş gibi, ee zaman çocuk diye sorup, seks hayatımızı irdelemeyeceklermiş gibi. yatak odalarımızdan başkalarına neyse.. ve bu kadar içinde olma gücünü nerden buluyorlarsa, korkutucu olduğunu düşünüyorum.

istanbula adapte olmam sanıyorum ki beklediğimden de uzun sürdü, belki de araya tonla başka şeyler girdi, işe birlikte alındığım diğer mt arkadaşlarım canım oldu, görüşmelerimizi tatillerimizi hiç eksik etmedik, geçen sene mayıs ayında teşhis konan bir kanseri pek sevdiğim halamla yenmenin sevincini yaşadık, aileyle daha fazla zaman geçirdim ama sanki hiçbir zaman hiçbir isteğime tam anlamıyla yetişemedim. geri dönüp baktığımda, ah keşke şunu da yapsaydım dediğim bişey bulamazken, inatla içimde bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorum.

pazar günü sevgili geliyor, onun işi, eve çıkması, taşınması.. şimdi iki sene önce geçtiğim yollardan o da geçecek, son 2 senede iki ayrı ülkede yaşamasına, düzen kurmasına rağmen sıfırdan başlayacak. ben de onunla birlikte tabii...

umarım onun gelişiyle dolar bu yetemeyiş hissi.. hani bazen, severken.. tek işin oymuş gibi gelir ya onsuzken anlamsızmışsın gibi benimkisi o misal.

28 Nisan 2012 Cumartesi

#247

onun askerliği süresince, kendimi onun yokluğuna adamış gibi, diğer blogumda yazıyordum bazen aynı gün içinde birkaç kere, bazen de hiç. zamanla oraya yazdıklarım azaldı, ona anlatacaklarım hiç azalmadı ama yokluğu öyle zor geldi ki, ona yazmak canımı daha da acıtır oldu ve pes ettim. yanyana olabilmenin, yüzyüze konuşabilmenin önemini öyle güzel öğrendim ki... telefonu teknolojiyi savurup yanıbaşımda saatlerce konuşabilme lüksünü özledim. aslında uzakta diye, ay şükür iyi ki teknoloji var, iyi ki sürekli konuşabiliyoruz ne büyük lüks diyene kadar, esas lüksün zaten yanyana olmak olduğunu unuttuk. şimdi birer birer güzel şeyleri hatırlıyor, özlemden arınıp, sadece sevgimize gömülüyoruz.

çok çok kötü zamanlarımız oldu, hiç hatırlamak istemediğimiz kadar kötü sözler, can acıtmalar, oyunlar.. ama en nihayetinde biz birbirimize kalanlardık.


askerliğini yaptığı kıbrısa onu görmeye gittim, onun yanında olmanın keyfine bir kere daha varıp, sanki aynı adama bir daha aşık oldum. sevmek insanı ayrı bir besliyor neden bilmem.



kıbrıs tatilimiz inanılmaz güzeldi, nisanda çıkılan tekne turu aslında 3 günümü özetlemeye yeter, ah bir de ilk kez bir yerde "düğünüm burda olmalı" dedim, umarım benim için gerçekleştirebileceğim bir hayal olur.


yazarken bile yüzümü gülümsetebilen dev adamı çok sevmiştim, aşk insanı mutlu etmeye yetiyordu.


19 Nisan 2012 Perşembe

#246

sanki aşıkken hepimiz birbirimize benziyoruz..

8 Nisan 2012 Pazar

#245

sevgilinin dönmesine az kaldıkça, şafak 30lu sayılara düştükçe, kendi bloguma yönelmek doğru bir hamle olur gibi geldi.

yine planlar birbirini kovalıyor,

mesela önce 23 nisan tatili geliyor,




sonrasında 5 mayısta güzel bir spa kaçamağı, 

en 

sonra büyük ihtimalle, sevgilinin doğum gününde tatlı bir ada kaçamağı, 

* photo by özdençiçek

sonrasında av evinde yine bir sapanca, çeşme babylondaki zaz konseri için bir çeşme, bir ara bozcaada ve datça & marmaris.  

istanbullular ve ankaralılar arasındaki en büyük fark, istanbulluların anı yaşayıp plandan uzak durması, biz ankaralıların da bütün planlarını 1300 yıl önceden yapması. planlarımla mutluyum!



27 Mart 2012 Salı

# 244

İstanbuldaki anılardan çok, başka şehirlerin hikayeleri süsler oldu hayatımı. Sürekli havada, seyyah tadında dolanır oldum. 23 nisan ve 5 mayısta iki gezi planım daha var, sonrasında sevgili geliyor zaten, gelsin tatil planları.

İstanbulun hikayelerine de sıra gelecek, ama önce birazcık burada yaşamak lazım.

Şafak da 47 olsun.

25 Mart 2012 Pazar

243 konya günlükleri

Pegasus reklamı yapmak derdinde değilim ama takdir etmeden geçemiyorum. Resmen havacılık değişti, herkes uçağa biner olmuş, türkiyede ulaşımın problem olmadığını bilmek hoşuma gidiyor. Bu hafta da ev arkadaşımın sevgilisini görmek için, soluğu konyada aldık. Hiç görmediğim şehirleri ziyaret etme senesi oldu 2012 benim için.

Cumartesi sabah erkenden konyaya vardık, binbir aksilikle başlayan günümüz gayet yolunda devam etti, önce evimizin erkeğine kavuştuk, sıcacık havada bir kahvaltı edip, mevlana turu yaptık, hem şaşırdık hem de beğendik. konya sosyetisinin meram'ında cemoyu bulduk ve meşhurlar meşhuru bamya çorbası, etli ekmek, bıçak arası, sacarası, tirit denedik. Konyanın en güzel hali cemoda karşıma çıkan selami şahin oldu. Heyecanlı hallerimi ancak birlikte gittiğimiz arkadaşlarımız tarif eder. Ben ki ilginç bir şekilde çocukluğumdan beri selami şahine hayranken, düğünümde şarkı söylemesini isterken, bir anda konyada onu karşımda bulmak beni şaşırttı. Heyecanım, coşkum bu geziden aldığm keyfi anlatmaya yetmez,

Akşamüstü hızlı trenle ankaraya döndük, yorgunluk gözlerimizden akıyor, yanaklarımız heidi gibi al al olmuş halde kendini gösteriyordu. günün yorgunluğu şen kahkahalarla kendini gösterdi, fotoğraflara baktık ve bibuçuk saat sonra ankaraydık. Kendimizi yemek için arjantine attık. Canım blog arkadaşım papatyayı da otelinden alıp, karman çorman bir arkadaş grubu olarak cafemizde yemek yedik. Yan masada oturan biri olsaydım, bu kadar gürültü yapan kalabalığı şikayet ederdim.

Farklı insanlar olsak da, söz konusu aşk, ilişki, seyahatler olunca hep aynı oluyoruz sanki. Sohbet sohbeti açtı, kadehler yuvarlandı ve biz mutluyduk.

Papatya haftasonu istanbulda olacak, bize yine gezmeler, yine uzun sohbetler var.

Diyorum ya, insan hayatında dostları varsa güzel.

Ah bir de aileyle yapılan o şahane pazar kahvaltıları varsa!

10 Mart 2012 Cumartesi

Adana günlükleri

Geçen sene nisan ayı, pegasus yine bir kampanya yapıvermiş. İşyerinden d. İle hadi bir yere gidelim dedik, bir sonraki senenin martına adanaya bilet aldık. Herkes neden adana dedi, neden olmasın dedik, başka yer mi yoktu dediler, siz nereye gidiyosunuz dedik..sonunda adana haftasonu geldi çattı. ilk kez d. De kaldım, sabah adalar manzarasına uyandım, ferihayı izleyememek bile dokunmadı.

Bu sabah vurduk kendimizi yola, havaalanında geçen hafta kim 500 milyara katılan itü makine mezunu çocuğu ve arkadaşını gördük, çaylarımızı havaalanında yudumlayıp kaan beyin acemi pilotluğu eşliğinde soluğu adana aldık. adanada konaklamak mesele değil, hekimevini ayarlamıştık gelmeden, 3 kişilik oda artı kahvaltı 145 lira, iki günlük araba kiralamamıza da 117 lira verdiğimiz düşünülürse, en çok parayı yemeğe verdiğimiz sonucuna ulaşmak kolay olacaktır.

Odaya yerleştik, balkonda muhteşem bi seyhan manzarası ve yemyeşil orman vardı. hazırlanıp methini çok duyduğumuz kazım büfeye gittik kahvaltı için. Muzlu sütü ve yengeniyle meşhur, ne kadar meşhur olabilir ki derken, denemeden ahkam kesmenin yersizliğine karar verdik. Zaten ekşisözlük entryleri de kazım büfeyi anlatmaya yetiyor. Büfenin bir muzlu süt siparişine yaklaşımı, bir büyük bir de küçük bardak vermek oluyor. İnanılmaz lezzetliydi, alıp evde stoklamak, sonsuza kadar içmek istiyorum diyebilirim. Yengen de şevkiyi filan sollar geçer.

Şimdi tarsusa doğru yoldayız, önce kleopatra kapısını, sonra şelaleyi görüp mersine geçiyoruz.

Bu tatlı güney macerası devam edecek.

21 Ocak 2012 Cumartesi

# 241

tam bir "bıkbıksan"ım, sürekli mızmızlanıyor, memnuniyetsiz oluyor ve söyleniyorum. öfkem su gibi, hemen geçiyor, önce bir kabarıp kendi kendime söylenip sonrasında hiçbir şey olmamış gibi sevimli halime geri dönüyorum. kendimle ilgili rahatsız olduğum şeyler varken, ve düzeltmeyi isterken nasıl olup da arpa boyu yol alamıyorum anlamıyorum.

bu aralar derin mevzum aile. kalabalık sülalenin ferdi olmak, tuhaf ortamlarda büyütüyor insanı, nice seneler sonra sorgulama başlıyor, aileyle ilgili düşünceler büyüyor, anne / babanın aile bağlılığına sinir olurken, aslında sapına kadar o bağlılığı taşıdığını görüyorsun. almaktan çok verici oluyorsun, kendinden verircesine bir hırpalanma hali. üstelik gözgöre göre, kendine de ses edemiyorsun.

zaten hayatta neyimiz var ki eş, dost, aile. hırpala dur kendini.