27 Temmuz 2010 Salı

she's only happy in the sun


bu foto geçen senenin yazından kalma, tam 29 temmuzda çekildi, yani geçen sene sevgili ile birlikte olmaya başlamamızın ertesi gününden bi hatıra. onun gelemediği babylon'dan bir kare, bir elimde çilek/karpuz frozen, önümde dümdüz bir deniz, minderlerde deli gibi güneşlenip kitap okurken onu yanımda istediğim zamanlar.

zaman ne kadar çabuk geçiyor demeden edemiyorum ister istemez, bir saat 22 dakika kalmış kocaman bir seneyi doldurmamıza. ben hiç kimseyle bir seneyi beraber geçirmedim ki... ama oluyormuş, insanın hayatı bir yerde yoluna giriyormuş. sevgili varken eksik olan şeyler de var, aksilikler de inadına olmaya devam ediyor, hayat hiçbir zaman tam anlamıyla güzelleşmiyor ama yine de sevgilini varlığı dayanmak için bir güç oluyor illa ki.

sevgiliyle istanbuldan bahsediyordum, en son cumartesi gününü anlatıp sessizliğe gömülmüştüm, yorgun geçen gecenin ardından erkenden uykuya dalıp pazar sabahına ne kadar huzurlu uyandığımı söylemeyi unutmuşum. pazar sabahına kahvaltı planımı cihangir'de olması için tasarlamıştım. uyandık, hemen duş alıp hazırlandık, açlıktan guruldayan midelerimize cihangir'in sevimli susam sokağındaki susam cafede ziyafet çekmeyi düşünmüştük çünkü. beyaz elbisemi giydim tam yaz olsun diye altına da pembe topuklu ayakkabılarımı geçirdim boy farkımızı azaltmak için. beraber dişlerimizi fırçaladık yanyana, güldük, hayatımda hiçbi adamla birlikte diş fırçalamadım ben dedim, ben de dedi. aynada görüntümüze baktım, aramızda kocaman bi boy farkı vardı, sevgili 1.93lük adamdı bense 1.59luk kadın. saçlarımı düzleştirdim, o da kendi saçını yaptı. makyajımı yaparken geldi, kapıdan bana baktığını aynadan gördüm, noldu dedim, hiiç bakıyorum dedi, neye dedim, hiç rimel sürerken görmedim de, ona baktım dedi. öyle kalabalıktı ki geçmişi, inanamadım, şaşkın halde nasıl görmedin mümkün değil dedim, hiç ilgilenmedim ki görmemişim o yüzden dedi, kapıdan bakmaya devam etti, yüzünde hem şaşkın hem tatlı bi ifade vardı. sen işe böyle gidiyor musun dedi, nasıl dedim, böyle güzel dedi. tabii gidiyorum dedim, hatta aynen bu kıyafetle gittim bi kere dedim. ama bu işe giyilmez ki, böyle güzel olunmaz dedi, aynadan gülümsedim ona, hemen geldi sarıldı arkamdan, öptü beni, iyi ki giymişim topukluları dedim içimden, beni öpmesi için ilk kez parmak ucuma kalkmamış haldeydim...  yine ayrı ayrı çıktık otelden, o beni karşı kaldırımın köşesinde beklerken ona doğru yürüdüm. yanına gider gitmez tuttu elimden, öyle elele yürüdük, severken böyle mi olur bilmem, herkesin bize baktığını sanıyorum, ne kadar iyi bir çift olduğumuzu bu sevdalı halimizi algıladıklarını, o yüzden daha dikkatli baktıklarını düşünüyorum. yere değmeden havada yürüdüm sanki metroya kadar olan yolu, çok sıcaktı, iki kere ayağım burkuldu, sevgili her defasında düşmeden tutmak için yanımdaydı. metro merdivenlerinde sarılıp öpüştük, bu sefer o akbil bastı.. taksimden çıkıp cihangire yürüdük, susam'a varana kadar sıcaktan bezmişliğin son noktasına gelmiştik. içeri oturduk, her şeyin ikinci el görünümünde olduğu, dekorunda uyumsuzluğun uyumunun yakalandığı susam cafe'ye oturduk, hemen alaçatı kahvaltı söyledik bi tane, birlikte kahvaltı ettik, gazete okuduk, yan masamıza güven kıraç geldi her zamanki insan gibi insan haliyle, o sakince kahvaltısını ederken biz de kendimizin tadını çıkardık. beni elleriyle besledi, ekmeklere yağ/bal, kaymak/reçel sürerken oranın evimiz olduğunu hayal etmek yapabileceğim en keyifli şeydi. 

bazen kendimi bile tanıyamaz oluyorum onunlayken, asla yapmam dediklerim en severek yaptıklarım oluyor, huysuzluk çıkardığım yerler onun yanında uysallığa bırakıyor kendini. kendime başka geliyorum, şaşırıyor mu bilmem şu halime, ama ben kendime şaşırıyorum. 

uzakken, bu kadar sevdiğimi düşünmemiştim, yanıbaşımda canlı kanlı durunca, iki günü dolu dolu benimle geçirince anladım hayatımı onla geçirmek istediğimi. eskiden asla evlenmem diyen kızlardan biriydim, hayatta yapmak istediğim şeyler olduğunu söyler dururdum, sevgili dediğinin sadece bu istenen hayata engel olduğunu düşünürdüm, şimdi fark ediyorum gelecekte yapmak istediğim şeylerin onunla anlamlı olacağını. 

ben hiç bu kadar sevmemiştim..

#88


cumartesi sabahına çok güzel uyandık, gece uykumun arasında onu bulmayı, elimi attığım yerde yanıbaşımda bulmayı, uyku sersemi gözlerle onu izlemeyi özlemişim tatlı tatlı. hani derler ya uyuyan erkeği izlemesi keyiflidir diye, bi fark görmedim ben.. gündüz gözü nasıl sevimliyse sevgili gözüme, uykusunda da hiçbir şey değişmeden baktım ona, aynı gözlerle, hep çok severek...

sabahın 7sinde bir açtık gözümüzü, 8.30'da bir daha.. yatak oyunları, şımarıklıklar, özlenen diyaloglar, gözlerinin içine baka baka durmak sadece, o çok sevdiğim "ev" dediğim göğsüne yatmak, saçlarımı öpmesi, kokusunu içine çekene dek derin nefesler alması. bir adamı sevmek böyle bişimiş demek ki.. anlatırken bile yüze tebessüm oturan anlar bileşkesi...


yatakta oturup gazete okuduk beraber, odanın kapısına bırakılan hürriyetin saçma haberlerine takıldık, birlikte okuduk, evlilikle ilgili saçma bir testi çözdük yatağın ortasına oturup. o sordu, ben cevapladım, verdiğimiz cevapların aynı olduğunu bilmek güzeldi. evliliğin getireceklerinden korkmadık, onu kel kalsa da seveceğimi söyledim, horlarsan duymazdan gelirim dedim.. onu güldürebilmeyi sevdim. arkasından sarıldım, o yumuşacık sırtını öptüm, ensesinden öperken "ensene adımı yazdırsana dövme diye" dedim, gülümsedi olumlu olumlu, "her daim ensende olurum" dedim, beni kavradığı gibi öptü, yanyana uzandık, göz kapaklarımdan öperken "iyi ki sevmişim seni" dedi, onunla hayatın ne kadar güzel olduğunu düşündüm.

kalkıp açlığımızı dindirmek için kahvaltıya koyulduk, azcık yürüyüp otelin ilerisinde buluştuk, taksiye atladığımız gibi levent üzeri bebek yokuşuna ordan da hisara gittik, nar'da yiğit'in tabağını yedik, bol bol çay içtik. sanki ona ellerimle hazırlamışım gibiydi kahvaltı, evimizin bahçesinde sakince oturuyorduk, etafımızda kimse yoktu. konuştuk, masanın üstünden uzanıp elini tuttum, o da bana sersem sersem öpücük attı. konuştuk, güldük, kazıkazan oynadık, kazandıkça kazandım, en büyük kazancın onun yanımda olması olduğunu bilerek kazıdım her bir kartı. arada bir dalıp gittiğimde "noldu?" dedi, onu ne çok sevdiğimi düşündüğümü söyleyemedim. kahvaltının üzerine bebek sahilinde yürüyüş yaptık elele, o sıcak diye üstünü çıkardı, yanımda üstsüz halde şortla dolaşırken onunla tatilde olmayı özlediğimi fark ettim. ayağımızın altında beton değil de ılık kumlar olmalıydı, benim de üstüm ince olmalıydı, altımda bikini olmalıydı canımız istediğinde serin suya girebilmeliydik. yine de mutluyuz diyerek yürümeye devam ettik, bebek neroya gittik, içeceklerimizi alıp koltuğa kurulduk, birlikteyken deniz manzarasının umrumuzda olmamasına şaşırdım, çünkü sadece birbirimize bakıyorduk, dış dünyada ne olup bittiği pek umrumuzda değildi, bizbize yetiyorduk. o an fark ettim sevgimizin ne kadar büyük olduğunu.

sıcaklara dayanamayıp yine odaya döndük, uyuduk uyandık, birlikte olmanın tadını çıkardık ve akşam yemeği için taksimin yolunu tuttuk, bambide ıslak burger yedik, midpointte dodoyla buluştuk, terasta deniz görmeyen tek masada oturduk üçümüz, bir şişe şarabı sevgiliyle içtim, fotoğraf çektik, üniversiteden arkadaşlara rastladık. uzun bir akşamın üstüne istiklal kalabalığında meydana yürüyüp evlere dağıldık, metroyla otele döndük, inip o 15 dakikalık yürürken her defasında onu öpmek, yanımda olduğunu bilmek öyle bir güzellikti ki, hala o hissi içimde taşıyorum. odaya döner dönmez üstümü değişmeye binbir kere üşenir halde sızıverdim. yatarken ona mesaj atmak yerine yanıbaşımda duran dudaklarını tutkuyla öpmenin ve öyle iyi geceler demenin yerini hiçbir şey alamıyor ne yazık ki..

onu hangi ara bu kadar sevdiğimi o kadar merak ediyorum ki..

25 Temmuz 2010 Pazar

sevdim seni bir kere

her şeyin çok yoğun olduğu bir zamanın ardından, artık odamda tek başıma kalmışlıkla yazıyorum bu sefer. günlerden cuma, sevgili 13:30'da otobüse binip yanıma gelecekken çıkan aksilikler, ananesinin hastaneye kaldırılması, yanında olmayı isteyişim, mesafe... onun yanıma gelemeyişi, ağlamam, üzülmem, ankıroya gitmeyi teklif ettiğimde gelme deyişi bana. hıçkırarak ağlamam, iş arkadaşlarımın yanında surat asmam, kızların beni yatıştırması ve sonra bi mesaj "ya otobüse bindiysem" diye. yine ağlamak ama bu sefer mutluluktan. onu ne kadar sevdiğimi böyle zamanlarda daha iyi anlıyorum, "aşk bi dengesizlik işi" diyor ya o çok sevdiğim şarkıda, aynen öyle işte, bi anım sonsuz mutlu, iki saniye sonram çöküş ama yine de seviyorum, çok seviyorum.

cuma akşamı taksime gittim onu karşılamak için, servisin geleceği yere gidip eski bir binanın önüne oturdum, en alt basamağına, görevli gelip kaldırdı, neymiş efendim apartman sakinleri kızıyormuş. apartman olmuş yüzyıllık, önündeki yol desenaşınmış, ben de kıçımla mermer merdiveni aşındıracak değildim ama kalktım. yanımdaki orta yaşlı karı koca çift destek çıktılar,azcık lafladık. siz nereye gidiyorsunuz muhabbetleri yaptık, ben bekliyorum dedim. gitmek mi zor beklemek mi dedi kadın, beklemek tabii ki dedim. hele bir de sevdiğini bekliyorsan daha zordur dedi, gülümsedim. demek o kadar belli ediyorum diye düşündüm içimden.

onlar gidince tekrar mermer merdivene oturdum, önümden geçen iki adamdan biri telefonla konuştuğu halde dönüp laf attı, "ayakkabılar güzelmiş" dedi, sinirlenip sevgiliye mesaj gönderdim, sonra telefonu kurcalamaya başladım, dalmışım, tepemde dikilen sevgiliyi görmedim, hemen zıpladım yerimden, boynuna sarıldım, kokusunu özlediğim o adama sarıldım, sıkıca tuttu beni, ne güzel olmuşsun sen dedi, onun için olduğunu söyleyemedim. elimi tuttu, hani hiç sevmediği o hal var ya, elele dolaşmak, işte öyle ben sesimi çıkarmadan elimi tuttu, yürüdük. şişhane metrosuna gittik, elele en sevdiğim yerlerden ilkine gittik, mano burgerde hem dodo & gülş ve aslı triosunu gördük, hem de kuzen ve sevgilisini. yemek yedik, asmalıya uğradık her zamanki çılgın kalabalığı ve havasızlığı üstünde olan yerde dolandık, en sevdiğim ikinci yer paranteze götürdüm onu ama yer yoktu, yola koyulduk.. gizli keşfim "we"ye gittik, oturduk birer bira içtik, o varken bi birayla kafası güzel oldum ben, hep sevmekten. kulağıma fısıldadı, hadi çabuk iç de odaya gidelim dedi, o kadar özlemiştim ki, dünyanın en güzel cümlesiydi o an söylediği. yanında yatmayı, bana sarılmasını, uykumun arasında beni öpmesini özlemişim. hergün onu rüyamda görürken yanımda yattığı ilk akşam hiç rüya görmedim, ona söyledim "rüyaların gerçek oldu ya, artık görmene gerek kalmadı" dedi, güldüm.

cumartesi sabahı, bir sonraki yazıya..

22 Temmuz 2010 Perşembe

rüyalar görüldükçe güzelleşir

bilgisayar kucağımda yatağın üstüne kurulmuş oturuyorum, sıcak basıyor odanın içine, tam istanbul sıcağı, nefes aldığında iki göğsünün arasına düğüm olan cinsten. mayışıyorum, hafifçe kaykılıyorum oturduğum yerde, iki kişilik yatağa yayılmış vaziyetteyim, çarşafın o taze serinliği bile yetmiyor sıcak basmalara. çıplak bacağıma sıcak hava veren bilgisayar fanı iyice mayıştırıyor beni, uykuya dalıyorum bilincim yarı kapalı halde. rüyamda telefon melodimi duyuyorum, rüya görürken sesin rüyada olduğuna emin halde devam ediyorum uyumaya, arada bir ışık giriyor odanın içine. uykumda, ne kadar zamandır uyuduğumu düşünüyorum, düşünmekten yorgun düşüp uykumu derinleştiriyorum.

gözümü açıyorum, lenslerim hafif kuruluk yapmış, saatlerdir, günlerdir uyuyorum sanki hem terlemişim, hem huzur hakim bünyemde. içimde bi dinginlik. esnemek için kollarımı açıyorum, kolum yanımda olmaması gereken bir yere değiyor, teni benimkinden de sıcak bi adam, sırtı bana dönük. o kadar şaşırıyorum ki sesim bile çıkmıyor, otel odasına nasıl girdiğini anlamıyorum. sakin sakin seyrediyorum onu, hep olmasını istediğim gibi, yanımda uyuyor. uykumdaki huzuru onu görünce anlamlandırıyorum. uykusunda onu izlediğimi fark ediyor, gözleri kapalı dönüyor bana, neden gözünü açmadığını soruyorum, o anda açıyor gözlerini, gözlerimi açar açmaz seni görmek için diyor. kırmızı başlıklı kız masalındaki gibi. gülümsüyorum, o sabah tebessümünün yerini hiçbir şey alamaz. alnımdan öpüyor beni. sonra göz kapaklarımdan, gel buraya diyerek çekiyor kendine. sıcağa aldırış etmeden sarılıyoruz. çok aradım açmadın ama diyor, duymadım uyuyordum diyorum. biliyorum, otel görevlilerine kapıyı açtırmak zorunda kaldım binbir zahmetle diyor, otel görevlilerine kızıyorum onu koynuma soktukları için, sonra da seviniyorum. hani yarın geliyordun diyorum, dayanamadım çok özlemiştim bigün erken geldim diyor. onu daha çok seviyorum.

gözümü açıyorum, yine onla geçen güzel rüyalardan biri, yanımda yok, yanım boş ama biliyorum çok uzak değil bi sabah onu yanımda bulmak.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Mode: negative

Hani böyle tam uyumadan önce çıkan huzursuzluk var ya, hani yatağa başını sakince koydurmayan.. Hani her şey "hıh şimdi yolunda gidiyor" derken lafı ağzına tıkan huzursuzluk.

İşte onu hiç sevmiyorum.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Kalbimin yarısıymış

Dünün tatlı hareketliliği ve yorgunluğundan sonra genel müdürlükte staj yapıyor olmanın, ya da orda çalışıyor olmanın biraz daha kasvetli olduğunu gördüm. şube ortamı daha aile glbi, ama genel müdürlük deyince herkes pek bi havalarda, dünyayı onlar yarattı çünkü. insan ilişkilerinin gelişmesi adına sanırım şubenin tozunu yutmak gerekiyor işin mutfağı olarak.

Akşama tam bir iş çıkışı tadında kanyoya gidip midpointte dodoyla yemek yemece, sıkıntılar ve sorunlardan bahsedip azcık ev alışverişi yapmaca. Ben iş kıyafetlerim içindeyken yanyana ev alışverişi yapıyor olmamızı hiç yadırgamadım ben, sanki o hep ordaydı, biz aynı evdeydik ve o alışveriş günümüzün parçasıydı.

Akşam odaya geldiğimde yeterince yorgundum, sevgiliyle konuştum, annemlerin beni ihmal etmesinden sanki unutulmuş gibi hissettiğimden bahsettim, sesim titredi konuşurken telefonu kapayınca mesaj gönderdim "sen benim ailem gibisin" dedim, "neye ihtiyacın varsa, oyum" dedi. Sonra uyudum, onun sesini uykumun arasında duya duya uyudum. Gece öyle huzursuzdu ki, sanki sabahına bişi olacaktı da ne olduğunu bilmiyordum. Uyudum uyandım, yorgundur uyandırmayayım diye sustum. Sabah onu aramak için telefon elimdeyken mesaj attı, "anneannem fena oldu gece, hastaneye kaldırdık. 5te geldim, uyuyorum tatlım" demiş. Ona kızdım gece haber vermediği için, kendime kızdım gece onu uyandırmayayım diye sustuğum için. Ne desem ne yapsam bilemedim, tek istediğim yanımda olması, yanına uzanıp susmak, ona dokunmak, onu öpmek ve sessizlik içinde her şeyin daha iyi olacağına inandırmak onu.

Zorluklarla besleniyor ilişkimiz, ama birazcık da rahat etsek olmaz mı?

those were the days my friend

Hayaller kuruyorum, planlar yapıyorum suya düşüyor. Plan yapmaktan korkuyorum, sonra bi adam gelip planların aslında iyi olduğunu söylüyor, ona inanıyorum, karşıma biçok şey çıkıyor, hayat plan yapmamamı söylüyor, dinlemiyorum, o adamı dinliyorum.

Sevmenin ne demek olduğunu onunla öğreniyorum, hayatın neler getirebileceğini, hayat ne getirirse getirsin onunla aşabileceğimi biliyorum. dün laf arasında benim yaptıracağım dövmeye geldi konu, hani dedi kafes yaptıracaksın ya, altına adımın baş harfini koysan dedi, güldüm. Öyle bişiyi asla yapmam derken onun sıcak bakmasına şaşırdım, ben senin adının baş harfini yaptırırım, direk değil ama başka bi dövmenin içinde yaptırırım dedi. Ya peki bişi olursa dedim, ya ben olmazsam, ya biz olmazsak.. Beni kandırmasını bekledim, asla ayrılmayız ki demesini bekledim, oysa dünyalar tatlısı bi gerçekçilikle duraksadı, olsun dedi. Nolur ki, yaşandı zaten dedi.

Sevgilinin aklına girmeyi istedim o an, ne düşündüğünü nasıl bu tepkiyi verdiğini. Bişi olursa benden sonra hayatına giren kızlara o dövmeyi nasıl açıklayacağını merak ettim. Bensiz kalmak ihtimali aklına gelmiş olsa bile benden sonra bile yine aklında olmanın nasıl bişi olabileceğini düşündüm.. İşte o anda onun beni çok sevdiğini anladım, biliyordum elbet, söylüyordu hissettiriyordu ama benim hissetmem tam o ana denk geldi. Sonsuz sevmek diye bişi varmış, nerdeyse bir yıl oluyor birlikte, onunla değiştim, onunla büyüdüm, öyle çok şey değişti ki kendim bile geri dönüp bakınca sanki bir değil, tonlarca yıl olmuş gibi.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Ben beklerim de zaman beklemez ki..

Hayatın neler getireceğini hiçbir zaman bilme lüksümüz yok, elimde olsaydı bile ne kendi geleceğimi ne başkasınınkini görmek isterdim.

Enteresan bi hafta oldu benim için, önce dodoyla başladı aksilikler, papatyanın yanına çeşmeye gitme planlarını tamamlamış biletlerimizi almıştık ki bum! Son an aksiliği ile planlar suya düştü. Ben yine de gidiyorum, hem bu sene başka tatil yapma fırsatım olmadığından, hem de dodo gaza getirdiğinden. Çeşmede biçok arkadaş bekliyor beni okuldan, işyerinden, blogdan.. Yine de yola dodoyla çıkmayı planlarken duraksamak garibime gidiyor.

İnsan hayatında belli olmayan şeyler var diyordum, uyanıp da sevdiğini görememek var yanıbaşında, bi telefonla kötü haber almak var, bazen sonuna kadar umarsızca yaşamak lazım diyorum, bazense durup plan yapmak.. Sevgili tam plan adamı, ben onla plan yapmayı öğrendim ama tam şimdi, en çok isterken bişileri planların işe yaramadığını görmek yakıyor canımı. Kendi yaptığım planlara bile dahil olamaz haldeyim, yine de beterin beteri var diyorum.

Başkalarının acılarına sanki kendi acımmış gibi üzülüyorsam bu normal mi, yoksa bencil mi olmak lazım?

16 Temmuz 2010 Cuma

ama yoksa bahçemin eski şanı, sebebi koparılan çiçekler

alarmın çalmasına birkaç dakika kala açıyorum gözlerimi, sanki o yanımda gibi onu görmek için dönüyorum sağıma soluma yok, içimden duş alıyor olması için dua ediyorum, duştan çıkınca yanıma gelsin istiyorum, yok. o yokken yatağın köşesinde yatıyorum hep, bilmiyor. her gün onla konuşup, gece rüyamda görüyorum, bi an bile onsuz kalmıyorum. çok yorulduk, çok tükendik ama birbirimizi anlayıp bişileri yoluna koymamız bi yılı aldı nerdeyse. en dibe vurmadan düzlüğe çıkılmıyor, o ağlamaların, sinirlenmelerin ardından mutlu olabileceğime hiç inanmazdım, şimdiyse içimde tuhaf bi sakinlik, birlikte olmanın verdiği huzur. ankaradan döneli bi hafta oldu daha, özledim, aklıma gelince gözlerimi dolduracak kadar özledim. özlediğini söyledi, gülümsedim. bi hafta içinde bile kötü şeyler oldu, 500 km'ye rağmen yanımdaydı. ruhum dedi, hayatım dedim, canım dedim, hayat dedi, kalbimdesin dedim tüm benliğimdesin dedi. o anlamı büyük kelimeler var yani, hiçbiri onu sevmeme yetmedi.


hem ileriyi düşünebilmek, hem de şimdiyi doyasıya yaşabilmek. haftaya bu sabah uyandığımda, yanımda olacaksın.. hep istediğim gibi, gözümü açtığım saniye ilk seni görecek gözlerim, tenim de ilk sen hissedecek, ve ben o gün için daha şimdiden minnettarım. 

15 Temmuz 2010 Perşembe

if i don't believe in love

Hep yanındayım diyosun, sonra en çok ihtiyacım olduğunda hiç yanımda olmuyosun ya..inanmıyorum.

11 Temmuz 2010 Pazar

Bu sefer her şey farklı

Her defasında istanbul kaçamakları sonrasında ankaraya dönüş yolunda hüzünlenirdim, şimdi kaçamak bitti ama bu sefer ev diye istanbula dönüyorum, bi otel odasında kalıyor olsam da, kendi hayatım tam oturmamış olsa da evime dönüyorum işte hem de hüzünlü filan da değil, azcık yorgun, biraz buruk ama asla hüzünlü ya da mutsuz bi dönüş değil bu.

Yazdım, çizdim, anlattım, paylaştım yetmedi. Naparsam yapayım ilişki dediğin iki kişi yaşanıyor, kızsam hemen geçiyor mutlu olsam hemen sönüyor dengesi yok bu işin yine de adım adım pişiyorum işte. Bugün sınav çıkışında aldı beni sevgili odtüden, azcıcık gerginliklerden sonra yine yanında aldım soluğu, birlikte big chefse gittik çukurambardaki, şişhaneye açılanın ne kadar güzel olduğundan bahsettim ona. Yemeğimizi yedik, yemeklerimizi paylaştık. Sorunlarımızı, kafasına takılanları konuştuk. Her şeyin taa en başındayken doğru olduğunu bilsem de inat ederdim, şimdi artık hayatımdaki adamları savunmuyorum, onun haklı olduğunu biliyorum çünkü. Aklının nasıl bende kaldığını, bu kadar rahat görüntüsünün altında aslında tam bi maço beslediğini biliyorum, bu hali öyle hoşuma gidiyo ki..O anlattı ben anlattım, her şeyi acı da olsa konuşabilmemizi seviyorum. Artık kararımı verdim, onunla birlikte olmak istiyorum, ve kendi bildiğim gibi inat ederek değil, çabalayarak, doğru adımları atarak. İçimde kocaman bi cesur var, onun için biçok şeyi yapmaya hazır bi cesur, ve her şeyden öte mutluyum.

Konuştukça sinirleneceğimiz yerde, daha da bağlanıyoruz birbirimize, masanın üstünden uzanıp elini tuttum, bu sefer çekmedi benim için ne anlam ifade ettiğini biliyodu çünkü. Ortak yolu bulabileceğimize inanıyorum, çok farklıyız çok çok ama ortak nokta ikimize de iyi gelecek hissediyorum.

Hep yanımda olsun, her şey daha güzel olsun o kadar..

What does that mean?

eskiden hafta sonu kaçamaklarını değerlendirir her fırsatta istanbula giderdim. Şimdi sınav zorunluluğu ile olmuş olsa bile ankaraya kaçmak öyle tuhaf ki. Bi ay öncesinde "evim" dediğin yere şimdi anahtarın olmadığı için giremiyor olmak, beslediğin sokak köpeklerinin bile seni unuttuğuna tanıklık etmek öyle acı ki..

Bi ayı geçkin istanbul yaşantımın her anı öyle güzeldi ki sanki hepsinin acısı bu haftasonu burda çıktı. Ailevi şeylere üzüldüm en çok, annemi bıraktığım için üzüldüm. Keşke onu da yanıma almanın bi yolu olsaydı, huzursuzluklarından onu da çıkarıp alabilseydim..

Sevgiliyi gördüm dün, bi barışıp bi ayrılmalı çoğunun "uzatmalı" dediği sevgiliyi. en sevdiğim sinemada buluştuk, arada çok kırgınlıklarımız oldu. görünce koştum yaşıma işime aldırış etmeden, o soğukkanlıydı her zamanki gibi. Boynuna atladım sarıldım, kucağında döndürmesini beklerken beni o da sarıldı. Öptüm, öptü, öyle büyük kocaman tutkuyla değil, hergün görür hiç özlemezmiş gibi öptü beni, ama yine de öptü. benim hevesim çabuk kaçar, hemen kırılır hevesim öyle oldu ama sevdiğim adam diye sustum, asmadım suratımı. Yemek yedik beraber, ilk ayrılık konuşmasını yaptığımız yerin başka şubesinde yedik. Konuştuk, konuşmaktan çok sustuk sanki benim anlatacaklarım azalmıştı, onun da anlatacakları yoktu. Sanki bişiler değişmişti de, nerde olduğunu bulamıyordum. İki kere lafı soktu, attığ taşlar başımı yardı, sevdiğim adam diye gülümsedim, elini tuttum, elini çekti. Kalktım arkasından sarıldım, tonlarca öpücüğe boğdum, konuyu değiştirdi. Ben kendimce çabaladım, o sırt döndü. Sonra sonunda hevesim kırıldı, çok sessizsin dedi, neden sessiz olduğumu hiç anlamadı. Dışardan nasıl göründüğümüzü merak ettim, erkeğine asılan kız profili çizdiğime eminim, banane başkalarından deyip geçtim. Sinemaya girdik, kimse yokken o beklediğim ilk öpücüğü aldım, hani o ilk görüşte tutku dolu olması gereken öpücük.

Hep söylerdim arkadaşlarıma akıl verirken, birinin seni istediğin gibi sevmemesi, seni sevmediği anlamına gelmez diye ama olmuyormuş, akıl vermek kolay da, teoride kalıyor işte. Pratik dediğin öyle caka satmaya benzemiyormuş.

Bir yanım her şeyin güzel olacağına inanıyor, diğer yanım da.. Diğer yanımı dinlemek istemiyorum.

8 Temmuz 2010 Perşembe

#77

Öyle bi tatminsizlik ki şu anda hissettiğim tarifi yok. Çok çok basit bişi bekliyorum, ve olmuyor. Nedeni ne olursa olsun istediğim şey olmıyor. Kötü bi zamandayken tek beklediğim şey azcık ilgi ve derdimin dinlenmesiydi, kendimle kalmak değil.
İlişki sabır demek de, bazen hemencecik pes edesim geliyor benim. çok mu çocuk davranıyorum bilemedim..

7 Temmuz 2010 Çarşamba

yok istemem diyen gönlüm çöle bile razı şimdi

kanlanmış gözler ile banyo sonrası yatağın üstüne kurulmuş yazıyorum bu yazıyı. hani bazen hayat öyle güzel gidiyor ki, tek kelime bile etmek istemiyorum. çok değişik bi hayat değil yaşadığım, ama mutlu olduğum bi hayat. hem kendi hayatımı, hem sevgiliyle uzaktan hayatı dengede tutmaya çalışıyorum. işe başlayalı, zaman eğitimle geçiyor da olsa bi ay oldu, sanki eğitimdekilerin çoğunluğu çok önceden arkadaşım gibi. hergün ayrı bir komiklik, yeni bir macera geliyor başımıza. hem özel hayatlarına tanıklık ediyoruz, hem üzüntülerine dahil oluyoruz hem de beraber yepyeni bir hayata başlıyoruz. çok şey öğreniyoruz hem birbirimizden, hem de işyeri eğitimimizden ama genel olarak mutluyum.


sevgiliyle mesajlarla kavga etmeyi bıraktığımdan beri daha "yolunda" bi ilişkimiz var, bundan sonra ilişki acısı çeken birine sabırdan sonra ilk tavsiyem mesajla kavga etmemek olur sanırım.


ya aslında çok daha güzel şeyler geçiyor aklımdan, neden böyle kuru kuru yazdığımı bilmiyorum. mesela üstüste kanyona gittiğimden, aynı gün öğlen yemeğiyle akşam yemeğinde orda olduğumdan, artoyu gördüğümden, kitchenette'i artık protesto ettiğimden, istanbuldaki arap nüfusuna anlam veremediğimden bahsetmek istiyorum ben. stalker gibi bir m.a.c trainerını takip ettiğimizden, komik anılardan, patlayana kadar yemelerden bahsedesim var. tazecikten yarı hala olduğumu söylemek istiyorum, annemlerin beni yaklaşık eşit unutmasından muzdarip olduğumu söylemek, kafamdaki planları anlatmak istiyorum. toy story 3'ü izlerken totoroyu görmüş olmanın dayanılmaz hafifliğini, o sinemadaki çocuksu heyecanımı, haykırışımı anlatmak, anlatırken yine gülmek istiyorum.


sertabın yeni albümünden bahsetmek, sevgilinin koynuna sokulup "iyi ki varsın, iyi ki sevmişim seni" demek istiyorum. sevgili uzak ama az kaldı, hayaller güzel, gerçekler de çok güzel.


thanks god i'm okay!

6 Temmuz 2010 Salı

yine de..

çok şeyler oluyor, çok güzel şeyler oluyor. özlenenler bir yana, düşündüklerimin başıma gelmesi, aklıma düşenlerin beni araması bir yana, bugün hayatımda en çok güldüğüm günlerden biriydi. hiç bu kadar içten ve sonsuz kahkahalar attığımı bilmiyorum.


arada bir kafam karışıyor ama olsun, mutluluk oldukça kafanın pek de önemi yok sanırım.


sevgiliden not, sertabın son albümü pek güzelmiş, istanbul şarkısı bana ithafenmiş.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Bugün

Düşünmek ve düşünmemek istediğim çok şey vardı, aklıma zorla düşenler ve kendi düşünmek istediklerim vardı, hayallerim ve gerçeklerim, yalanlarla rüyalarım vardı.. Hepsi vardı ama hangisini istediğimi seçme şansım yoktu. 


Gitmek istediğimde peşimden gelen vardı, kalabalıklar içinde olmak isterken hep yalnız kalışım vardı, planlar yaptıkça tutmadı, hayal kurdukça gerçekler karşıma çıktı, hiçbişi zamanında gelmedi, ben de zamanla kıymet bilmez oldum.


Bazen çok küçük şeylere devasa anlamlar yükledim, bazen de gözümün içine sokulan devasa şeyleri görmezden geldim ama bugün kıymetini unuttuklarımı hatırlamak için, önce zarar verdim. 


O beni bu kadar severken önce yokluğuyla terbiye ettim kendimi, ben bu kadar sağlıklıyken sağlığımla oynayarak terbiye ettim kendimi, kıymet bilmek için korkmak gerek, kaybetme korkusu.


İşte, tüm açıklanamaz hallerim bundan. Zarar veriyorsam, bil ki sevdiğimden.

Puf

Sometimes i feel like i do spend effort in vain.

Bu mail Nokia E71 ile gönderilmiştir.