28 Eylül 2010 Salı

Saltanatım son bulmuş, haberim yok!

Zaman evvel ya üniversitede ya dershanede bi hocam kadının özgürlüğünün evlenince başladığını, erkeğinkinin ise bittiğini söylemişti.

Yine de baba evinden çıkmak özgürlük getirse de kadın için, iç burkucu oluyor bazen. Babamla çoğu konuda uyuşan bi insan değilim, modern görünümünün altında yatan muhafazakar adam korkutur beni yer yer ama onun boyunduruğundan çıkmış olmak demek, onu özlememek asla değil.

Benim canım babam her banyo sonrası hararetle dolup taştığımı bilir, ne zaman banyo yapsam hemen çıkınca sıhhatler olsun der, elime kocaman bir bardak suyu tutuşturuverirdi, banyodan çıkıp pamuklar gibi bornozuma sarılmışken ne 25 yaşındaki kucağına alıp öpecek bi annem var, ne de bi bardak su verecek babam.

Ailemin prensesiydim, şimdi kendime kaldım.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Daha kaç hikayeye tanık olmalı?

Kendime ait olmayan bi evde, kendime ait olmayan bi yataktayım. Önümüzdeki bikaç ay daha burda misafirim, sonrasında başka bir yerde ve belki tekrar buraya dönüş. En sonunda kendime ait bir evin olacağını bilmek düşüncesi rahatlatıyor beni, misafirler, yemek pişirmeler, sakince odaya kapanmalar.. Hepsi ama hepsi beni bekliyor.

Bu kadar yabancı hissederken, neden bilmem karşı apartmandaki adamın da aynısını hissettiğini düşünüyorum. Onu buraya ilk taşındığımda fark ettim, sadece odası görünüyor. Küçücük bi kısmını görüyorum odanın..belki de hepsi o kadar bilmiyorum. İlk gördüğüm gün saatlerce bilgisayarın başında durmuştu, bürositin üzerinde videolar izleyip kahkahalar atmış, mozart ve beethoven arasında gidip gelirken kendini bir orkestra şefi tadında ordan oraya savurmuştu. Sigarası ve kahvesi elinde hiç düşmüyordu, yerinden kalktığı nadir zamanlarda kupası eline hemencecik yapışıverirdi.

Ferzan özpetek'in karşı penceresi geliyor aklıma, gülümsüyorum. Sadece gövdesini gördüğüm bu adamın hayatına olan merakım şaşırtıyor beni. İlk başta tekerlekli sandalyede sanmıştım,o ihtimali halamla çökerttik. Şimdi canım gidip ona neden evden çıkmadığını sormak istiyor, bana ne ki diyorum.

kendi hayatımı bitirmişim sanki, merakım başkasına..

24 Eylül 2010 Cuma

Sana değdiğinden beri ellerim..

Sevgilim, kalbim, erkeğim, ruhum, her her şeyim. Bütün geceyi sabaha zor getirip sonsuz gözyaşlarından, sessiz telefon konuşmalarından, ayrılığı akla düşürmelerden sonra birlikteyiz.

Uzun uzun konuşup tatlıya bağlarız, yine her şeyin güzel olacağına inanır, artan bi sevgi ve bağlılıkla yolumuza devam ederiz sevgili.

Seni üzdüğüm an, sesini kötü duyduğum an önce durgunlaşıyorum, sonra burnumda bir sızı oluyor, sanki acı biber yemişim de yanıyorum gibi, hemen peşine gözlerim doluyor, yutkunuyorum. Nokta. Birkaç damla gözyaşı inadına mesken ediyor gözlerimi, süzülmüyorlar yanaklarımdan, içime doluyor gözyaşlarım.

ah sevgili, seni üzmemenin formülünü bulmayı isterdim aslında, ama böyle tutkulu işte seni sevişim..sert biraz, fazla haşin, çok, beklenmedik ve dengesiz biraz.

Ama en başından beri böyle sevdim seni, hep de böyle sevmeye devam edeceğim.

Always yours.

23 Eylül 2010 Perşembe

Sızı

Kalbimde bi sızı var, öyle ince filan da değil..öyle keskin ki kalbimi kesiyor sanki. Gözlerim doluyor istemsiz, çok sevmenin bedeli öyle ağır ki..ne kadar seviyorsan o kadar çabuk üzülüyorsun. Sevmek dediğin o koruma kalkanlarını altüst ediyor, bi adamın dünyanın taa içine gelip yerleşmesine izin veriyorsun, sen de onun dünyasına geçiyorsun. öyle iyi tanıyorsunuz ki birbirinizi beklentileriniz de öylesi yüksek oluyor. Gözün kararıyor sonra uzun süre, hiç "ya farklıysak" ihtimalini düşünmüyorsun, sevince farklarını da seviyorsun.

Zaman içinde görmezden geldiğin o farklar ortaya çıkıyor birbir, o zaman anlıyorsun birini olduğu gibi değil ancak onu değiştirebilirsen seveceğini. Çocukken bu masalları bize kim anlattı bilmiyorum, anlatana kızmak da çare değil körü körüne o masallara inanan bizlerde kabahat.

samimiyetime, içtenliğime inanan o adamın neden şimdi beni böyle kabullenemediğini anlamıyorum, içtenliğimi sadece ona göstermemi isteyişi bencilik değilse, gerçekten tüm ilişkiler böyle mi yaşanıyor?

Kendime not

Özünü teoride anlayıp pratikte uygulayamadığım şeyler var.

Sonunun beklediğim gibi olmamasından korktuğum bi masalım var.

Sözünü dinlemek istediğim bi adam, içimdeyse hala korkup kaçan bi kız var.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Uzak ara hikayeler biriktirdim ben

Artık ne meslekle uğraştığımı söylüyorum, bankacı oldum. Karşı çıkıp asla yapmam dediğim, yer yer küçümsediğim mesleğin aslında hiç de kolay olmadığını görecek kadar deneyim kazandığımdan rahatça söyleyebilirim. Gerçi tam "bankacı" oldum diyebilmek için piyasada minimum 2 sene geçirmek gerekiyor, benim 1.5 aylık tecrübem pek de bir anlam ifade etmiyor işin aslı.

İstanbula taşınıp 2 ay dedemanda kaldıktan sonra sevgili otelim hakkımı verip beni elite ve plus üye yapıvermiş, takdirler bankama tabii. ağustosun başından beri halamlarda kalıyorum, ne tam yerleşik hal aldım ne de misafir gibiyim, valizimi her toplayışım aklıma "yine mi taşınıyorum" sorusunu getiriyor.haftaiçi halamlar burda olmuyor, haftasonları da ben..pek sık görüşemiyoruz. Kasımda koşuyoluna taşınıyorum işyerime yakın diye, bir süre de teyzemlerin yanında oturduktan sonra nisan gibi sevgilimi askere yollayıp eve çıkmak niyetindeyim.

Bu zaman içinde internetsiz kaldım, internet bağlandı derken bilgisayarım bozuldu. kendi evini bırakıp başka bi şehre, yeni bi hayata geçince böyle oluyor işte..uzaklaştığını bi anda anlamıyorsun, zamanla küçük şeyler çıkıyor karşına..bilgisayarcını arayıp kapına kadar gelip bakmasını söyleyemiyorsun çünkü 600 km var arada..

Yine de her şeyiyle öyle güzel ki istanbul.

Spor salonuna yazıldım sonunda, 2 aylık bir üyelikle başladım nerde yaşayacağım belli olmaz diye, şimdilik iyi gidiyor, fitness maceralarını ve sevgili personal trainerım tunç'u başka zaman anlatırım.

İşbaşı zamanı!

Oh nasıl da özlemişim şu satırları..

12 Eylül 2010 Pazar

Bil ki sevgilim sonu yoktur bu sevginin..

Bayram sonrası, pazartesi. Beklenen referandum ve amerika maçı sonuçlarından sonra güne başlamak. Yarı kapalı bir havanın getirdiği "ne giysem dengesizliği" ve mutsuz son.

İstanbul sefasını sürene güzel gerçekten, yapacak tonlarca şey, gezecek milyonlarca yer var, öteki türlü debdebesi çekilecek dert değil.

Halamlarda oturduğum için işyerimle arasında birazcık mesafe kopukluğu var, önce yürüyorum sonra dolmuşla metrobüse gelip işyerine metrobüsle geçiyorum, teyzemlerde otursam 15 dakikalık yürüme mesafesine geçmiş olurdum...

yakınlık uzaklık mesele değil de, ev üstüne ev kurulmuyor işte, ankaraya gittim kendi evime yabancıydım 3 ayda, burdakilere zaten yabancıyım. Sıfırdan bir ev düzeni kurmak ne kadar sürer ki?

Kasım gibi teyzemlere taşınmayı, nisanda da artık eve çıkmayı planlıyorum. Böyle taşınmalar, göçmeler, geçici süre bir yerde yaşamalar geriyor beni istiyorum ki düzenim olsun, istiyorum ki bu hayat benim diyeyim. Hangi hayata ait olduğumu bilmediğimden sürekli arada kalmış, sıkışmış hissediyorum.

Tatlı bir mutsuzluk hali var üstümde, neyse ki "onu" düşününce geçiyor.

Home where i wanted to grow

Günaydın sevgili blog,

İhmal edildin son zamanlarda ama hepsi mutluluktan. Hani bi an bile fırsat bulup yazamamaktan, ya da belki de anlatacak çok şeyim olmasından.

eğitimi bitirip işe başlayalı bir ay oldu, 3 aydır istanbulda yaşayan biri olup çıkıverdim. Hala misafir gibiyim, bi akşam bi akraba, başka akşam arkadaşlar, haftasonu kahvaltıları filan derken burda yaşamaktan ziyade misafir olduğuma inanıyorum.

mt grubundan arkadaşlarla birkaç günlüğüne sapanca kaçamağı yapalım dedik, sevgili geldi ankaradan, istanbulda işyerimin kapısında buluştuk. Kocaman sarıldık birbirimize, sonra elele eve gittik, valizimi toplayıp çıktık yola. Kocaman bir jipin içinde arkayı dörtleyerek gittik.
Sapanca 1 saatlik yolken trafik yüzünden 4 saate gittik, hep güldük. akşamına mangal yaptık, kahvaltı, oyunlar, havuz, sevgilinin koynunda uyuma derken 2 gün bitiverdi, şimdi ankarada, aile ortamındayım. Teyzemler burda, dayımlar gelmiş, bayram kalabalığı. Annemin büyük teyzesinin dizine yatıyorum, saçlarımı okşuyor, kendimi dinliyorum ondan, bana çocukluğumu anlatıyor. Melek olduğumu, beni alanın el üstünde taşıyacağından bahsediyor, sevgilimi düşünüyorum, bi an bile tereddütüm olmuyor.

Saçlarımı koklayıp öpüyor, o kırış kırış elleriyle masaj yapıyor sırtıma, omuzlarımı ovalıyor. Aile ortamında sevilmeyi özlemişim. Kucağında uyuyakalıyorum, hemen dünyalar tatlısı bir rüya görüp sevgiliye kavuşuyorum. Onu rüyamda görünce öyle huzurlu uyanıyorum ki, yüzümde gülümsemeyle uyanmak diye bir şey varmış, onunla öğrendim.

7 Eylül 2010 Salı

süprizi beklemesi bile güzel

uzak değil birkaç ay öncesi, eğitim zamanı dedeman'da kaldığım zamanlar. otel telefonundan sevgili arıyor, otel adresine kargolar geliyor. Çıkmama yakın zamanlarda bir mektup bekliyorum, gelmiyor. İşe başlayıp bir ayı deviriyorum, mektup hala yok.

Marmaristen dünyalar güzeli bir hatun kişi mektup yazmış, o kadar içli yazmış olacak ki mektup bana ulaşmadan kayboluveriyor.

Pes etmek yok, ikincisini yazıp iş adresime gönderiyor, gözüm yolda beklediğim halde birkaç hafta veriyorum gelmesi için. Gönderdim mektubu dedikten birgün sonra işyerinde bir görevli "sinem hnm kimdi?" diyor, adımı telaffuz eden adama, sonra da elindeki kırmızı mavi şeritli zarfa bakıyorum. Şaşkınlığım aşikar, adam da fark ediyor "ee aps farkı" diyor, gülüyoruz. Zarfı açıyorum hemen, neden bilmem heyecandan ellerim titriyor, sadece siyah pilot kalemde yazılmış satırlar görüyorum, gözüm okumuyor. Çekmeceme kaldırıp kitliyorum, sanki ilk aşkını günlüğüne yazan ortaokul çocuğu gibiyim.

İşten çıkarken yanıma alıyorum mektubu, hemen okumaya başlıyorum yürürken, herkesin baktığını hissediyorum, ama inatla orda okumak istiyorum. Duruyorum, yanımdan arabalar geçiyor, birkaçı korna çalıyor, umursamıyorum. İki sayfa önlü arkalı kağıt, gözlerim doluyor herbir satırında. Beni öyle iyi tanıyor, öyle akıllıca cümleler kuruyor ki kim olduğumu, ne için istanbula gittiğimi hatırlatıyor. Kağıdın üzerine birkaç damla gözyaşı akıtıyorum istemsiz, bana ankarayı özletiyor, sırf orda olduğu için özlediğimi fark ediyorum.

Hayatta insanın böyle bi insanı tanımış olması, bunca zaman hayatında kalmış olması öyle büyük şans ki.

Mektupları, en ufak iki satırlık yazıları bile çok severim. birkaç gün önce işyerinde masama "süpermen çabuk işine dön" diye bir kağıt bırakmışlar, çok mutlu oldum.
.
diyeceğim o ki iki sayfalık bir mektup, ancak bu kadar mutlu edebilirdi..