22 Ağustos 2011 Pazartesi

#215

yazdıkça yazasım geliyor, bardağımın dibini görüyorum, kafam yavaştan güzel. otururken değil de, ayaklandığım an anlıyorum. böyle yalnız akşamlara çok ihtiyacım oluyor bu aralar, insanlara karşı bir tahammülsüzlük bendeki.


doubletree macerasından sonra, pazar gününü darıca hayvanat bahçesinde geçirdik. sultanbeyli ismini bile duymadığım bir yerleşkeydi benim için, ama yoldaki tabela okuma huyum kurusun, yavaş yavaş aşina oldum. kurumsal pazarlamacı bünyem için, o yol tam bir firma/müşteri cennetiydi. sayfalarca yazdım firma isimlerini, sonrasında hepsinin başka şubelerle çalıştığını öğrenmek keyfimi kaçırmış olsa da, yeni yerler görmek keyifliydi.


darıca hayvanat bahçesine gitme girişimi çok riskli oldu bizim açımızdan, orası kokuyor diyenler oldu, çok kötü diyenler oldu ama benim sevdam bizi oralara kadar götürmeye yetti. dehşet bir kalabalık vardı, giden insan profili oldukça düşüktü. türlü türk esprilerine maruz kalan hayvanlar aslında daha fazlasını hak ediyordu. kocaman devasa bir hayvanat bahçesi, kuş çeşitleri sonsuz diyebilirim. fil göremediğime üzüldüğüm hayvanat bahçesinde en sevdiklerim, boz ayılar ve dev kaplumbağa oldu. 200 yıl yaşıyor olmak nasıldır merak ediyorum, dev kaplumbağa o haliyle 200 yıl geçiriyor aslanlar, kaplanlar her zamanki gibi en çok ilgiyi alıyor. yırtıcılara acayip bir merakımız var, timsahların beslenme saatine denk geldiğimiz için şanslıydık ama fazlasıyla kokan bir bölüm. devekuşları sonsuz iticiydi diyebilirim, lamalardan su aygırlarına, baykuşlardan akbabalara kadar tonlarca çeşit hayvan görüp kendimizden geçtik.







puhu baykuşunun adı, sadece "puhuu" diye ses çıkardığı için böyle konmuş. simplicity is the best. 


işte dev kaplumbağa, yanındaki de standart boydan yine de büyük bir kaplumbağa. 
dev kalumbağamız yanlış hatırlamıyorsam 92 yaşında. 





bu pazar diğerlerine hiç mi hiç benzemedi!  yazı kısa, fotolar seyirlik olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder