15 Aralık 2010 Çarşamba

istanbulda her şeyim mümkün olması içimi rahatlatıyor

rüya gibi birgündü dün, belki de en basit, ama en güzel. gün içinde işyerinde amansız bir yoğunluk vardı, ekip zaten 4 kişi, biri izinli biri şube dışında iki kişi yetişmeye çalışıyoruz. o koşturmaca içinde, yabancı müşterilerimizden biri geldi, bir form bırakmak için gelmiş, tamam diyip aldım formu o yoğunluk içinde, adam elinde valiz, yine yurtdışına çıkıyor. aradan 5 dakika geçince dank etti kafama almadığım imza, hemen merdivenlerden aşağı koştum, adam şubenin içinde yok. üstümde yarım kollu, çılgın yağmurun altına atıverdim kendimi. gözlerim adamı aradı taradı ve taksi beklerken buldu, yetiştim arkasından soluk soluğa, bir imza alabilir miyim dedim, soğuk içeri gidelim dedi, o halde koşturduk. sanki bridget jones'un leopar desenli küloduyla marc'ın arkasından londra sokaklarında koştuğu hali gibiydim. "taksi bulamadığım için şanslısınız" dedi, gülüştük. niye bilmem şubedekilerin tuhaf bakışlarını o zaman fark ettim, adama iyi yolculuklar diyerek gönderdim, sonradan imzaya aslında hiç gerek olmadığını öğrenmem de tuzu biberi oldu işin.

ingilizce konuşmak bazı insanlar için hala anormal bir olgu, nerde öğrendin, okul yetiyor mu sırf, benim de gramerim iyi ama pratiğim yok vs vs.. sanki hepimiz konuşsak hayat daha farklı olurmuş gibi bir tavır var, insan kendi bildiğinden de utanıyor

ups, saat 7.22 olmuş. halbuki ben daha dün işten sonra içişimi, sarhoşumsu oluşumu, eve dönerken yolda düşüp gülüşümü anlatacaktım.

next post.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder