17 Haziran 2010 Perşembe

girl like you

istanbul antika bir şehir, eskiliğinden tarihinden ötürü değil bu hali, birikmişliğinden, her insana biriktirmişliğinden. istanbulda hayat çok hızlı, bir saat içinde tepeden tırnağa içten dışa değişebilir insan. bi saat evvelinde dünyanın en mutlu insanıyken, bir saat içinde tekrar toparlanabilir ve 10 dakika sonra yine yılabilirsiniz. 


antika bir şehir istanbul çünkü herkes içinde eskileri barındırıyor, gün içinde milyon tane şey biriktiriyoruz. "dün" olanı "geçen gün" diye anlattırıyor istanbul. belki de ben "hızlı" yaşıyorumdur bilmiyorum. yapmak istediğim çok şey var istanbulda, o yüzden her şeyi sığdırmaya çalışıyorum belki de. 


istanbula geldiğimden beri yaklaşık bi haftadır ölümü düşünmüyorum hiç. ölmek istediğimden değil, içim ne zaman huzursuz olsa, ne zaman derinlerde bişilerin yoldan çıktığına inansam, ölüm düşer aklıma sanki olması en kötü şey,    en karanlık şeymiş gibi. bugün farkına vardım ölümün hiç aklına gelmediğini, ölüm konusu bugün işyerinde açılmış olmasa yine aklıma gelmezdi.


dengeler hızlı değişiyor, artık anlatmıyorum birçok şeyi, istanbulda susmayı öğrendim. aynı sahnelerin tekrarlandığı anları hayatımdan çıkarıyorum, "ego boost"un ötesinde bu olanlar, gerçek anlamda özgüveni haketmiş olmakla alakalı sanırım. 


bişileri başarıyor olmak, başarabiliyorum demek. doğru bildiklerin için inat edebilmek, kimse olmasa da idare edebileceğine inanmak. ne kadar sevsen de, ayrımın felsefesiyle "i love you,  but i love me more" diyerek atabilmek insanları. insanları tanımak, yüzüne gülerken arkandan laf edenlerin olduğunu bilmek, kopsan bile hala sana sataştıklarını bilmek, sevmenin bir ilişkiyi yürütmek için yeterli olmadığını görmek, erkekle kadının arkadaşlığına modern kafanın bile onay vermediğini bilmek. içten içe muhafazakarlarla çevrilmiş olmak. şanslı olduğunu hissetmek. ayrılsam gram üzülmem dediğin şehri aslında gerçekten de hiç özlememek. yalnız olduğunu fark etmek, yine de sahip olduğun dostlar için minnettar olmak. dışarı doğru sosyalleşirken kendi içinde erimek. sevmeyi çok istemek, sonra sevmekle acıdan başka bir şeyin gelmediğini anımasamak. kazıkazan almak, zengin olamamak. kilometrelerce yürümek durmadan. müzik dinlemeyi unutmak, son zamanlarda sadece "tell me when?" diyerek cuando cuando şarkısıyla dolanmak. otel görevlileri ile kanka olmak. ilişkileri sorgulamak, aynayı kendi içine tutmak. olduğun kişi olmak için inat etmek. yaptığını en iyi şekilde yapmak. sessiz kalmak. çok düşünmek. hayal kurmak, ve o hayallerin baltalanması için en iyi kişilere sahip olmak. olanlar için kendine kızmak, akıllanmamak, yine düşmek inatla kalkmak. daha da inat etmek. 


ötesi yok, içim karışık, karmakarışık ama öyle mutluyum ki her şeyin içinde, bu satırlar gülümseme içinde yazılıyor.

1 yorum:

  1. "tell me, quando quando quando" diye dolanan bir ben değilmişim:)

    öperim!

    YanıtlaSil